Sosyal Fobi nedir?
Sosyal Anksiyete (kaygı) Bozukluğu ya da sık kullanılan adıyla Sosyal Fobi bireyin başkaları tarafından yargılanabileceği kaygısını taşıdığı, toplumsal ortamlarda mahcup ya da rezil olacağı düşüncesi ve bu konuda belirgin ve sürekli korkusunun olduğu bir kaygı bozukluğudur.
DSM-IV tanı kriterleri
DSM-IV‘e göre sosyal fobi tanı kriterleri
A. Sosyal ortamlarda ya da performans gerektiren durumlarda veya tanımadık insanlar önünde çıkan belirgin ve inatçı korku. Kişi burada aşağılanmasına veya utanmasına neden olabilecek biçimde davranacağından ya da anksiyete belirtileri göstereceğinden korkar. Not: Çocuklarda, tanıdık kişilerle yaşına uygun toplumsal ilişkilere girebilme becerisi olmalı ve anksiyete yalnızca erişkinlerle olan ilişkilerde değil, akranları ile olan ilişkilerle de ortaya çıkmalıdır.
B. Korkulan toplumsal durumla karşılaşma hemen her zaman anksiyete doğurur. Bu duruma bağlı ya da durumsal olarak yatkınlık gösteren bir panik atak biçimini alabilir. Not: Çocuklarda anksiyete, ağlama, huysuzluk yapma, dona kalma veya tanıdık olmayan insanların olduğu toplumsal durumlardan uzak durma olarak dışa vurulabilir.
C. Kişi, korkusunun aşırı veya anlamsız olduğunu bilir. Not: Çocuklarda bu özellik olmayabilir.
D. Korkulan toplumsal veya performans durumlarında kaçınma, kaygılı beklenti ya da sıkıntının kişinin olağan günlük işlerini, mesleki işlevselliğini (ya da eğitim ile ilgili olan), toplumsal etkinliklerini veya ilişkilerini bozar veya fobi olacağına dair yoğun bir sıkıntı vardır. 18 yaşın altındaki kişilerde süresi en az altı aydır.
E. Korku veya kaçınma bir maddenin (örneğin kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi amaçlı kullanılabilen bir ilaç) doğrudan fizyolojik etkilerine veya genel tıbbi durumuna bağlı değildir ve başka bir mental hastalıkla daha iyi açıklanamaz (örneğin, agorafobi ile birlikte olan ya da olmayan panik bozukluğu, ayrılma anksiyetesi bozukluğu, vücut dismorfik bozukluğu, yaygın bir gelişimsel bozukluk ya da şizotipal kişilik bozukluğu)
F. Genel bir tıbbi durum veya başka bir mental bozukluk varsa A tanı ölçütünde sözü edilen korku bununla ilişkisizdir. Örneğin kekemelik, parkinson hastalığındaki titreme, veya anoreksia nervosa ya da bulimia nervosadaki anormal yeme davranışına ait korku değildir.
DSM 5
A ) Sosyal ortamlarda ya da performans gerektiren durumlarda veya tanımadık insanlar önünde çıkan belirgin ve inatçı korku. Kişi burada aşağılanmasına veya utanmasına neden olabilecek biçimde davranacağından ya da anksiyete belirtileri göstereceğinden korkar.
Not: Çocuklarda, tanıdık kişilerle yaşına uygun toplumsal ilişkilere girebilme becerisi olmalıdır.Anksiyete yalnızca erişkinlerle olan ilişkilerle değil, akranları ile olan ilişkilerle de ortaya çıkabilir.
B ) Korkulan toplumsal durumla karşılaşma hemen her zaman anksiyete doğurur. Bu duruma bağlı veya durumsal olarak yatkınlık gösteren bir panik atağı biçimini alabilir.
- Not: Çocuklarda anksiyete,ağlama,huysuzluk yapma,dona kalma veya tanıdık olmayan insanların olduğu toplumsal durumlardan uzak durma olarak dışa vurulabilir.
- Korkulan toplumsal veya performans durumlardan kaçınır veya yoğun anksiyete veya sıkıntı ile katlanılabilir.
C ) Kişi korkusunun aşırı veya anlamsız olduğunu bilir.
D ) Korkulan toplumsal veya performans durumlarda kaçınma, kaygılı beklenti veya sıkıntının kişinin olağan günlük işlerini, mesleki işlevselliğini (ya da eğitim ile ilgili olan), toplumsal etkinliklerini veya ilişkilerini bozar veya fobi olacağına dair yoğun bir sıkıntı vardır. 18 yaşın altındaki kişilerde süresi en az 6 aydır
E ) Korku veya kaçınma bir maddenin (örneğin kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi amaçlı kullanılabilen bir ilaç) doğrudan fizyolojik etkilerine veya genel tıbbi bir duruma bağlı değildir ve başka bir mental hastalık ile daha iyi açıklanamaz. (örneğin, agorafobi ile birlikte olan veya olmayan panik bozukluğu)
F ) Genel bir tıbbi durum veya başka bir mental bozukluk varsa bile A tanı ölçütünde sözü edilen korku bununla ilişkisizdir. Örneğin;kekemelik, parkinson
görülme sıklığı
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) Fransa’da yürüttüğü bir epidemiyolojik çalışmada sosyal fobinin %14.4’lük yaşam boyu prevalans oranı ile en sık görülen üçüncü ruhsal bozukluk olduğu saptanmıştır
Sosyal fobik hastaların %75-80’inde yaşamlarının bir döneminde başka önemli ruhsal rahatsızlıklar görülmesi rahatsızlığın önemini ortaya koymaktadır. Klinik olarak sosyal fobiyi karşılamasa da sosyal fobi benzeri belirtilerin de toplum içinde sıklığının yüksek olduğu bilinmektedir. Sosyal fobinin bir benzeri olan topluma karşı konuşma anksiyetesinin oranı klinik sosyal fobi oranlarından çok daha yüksektir (%34).
Sosyal Fobi’nin yaşam boyu görülme oranı % 2-13. Kadınlarda daha sık görüldüğü ancak klinik başvuruda erkeklerin daha fazla oranda olduğu belirtilmektedir. Başlama yaşı 2-6 ve 11-13 yaş aralığıdır. Sosyal fobi alt tipine göre değişmekle birlikte erken ve geç ergenlik dönemi arasında başlar (10-17 yaş). Sosyal Fobi’de genetik yatkınlık % 30
Sosyal fobi olanların fiziksel Belirtiler
- Kalbin hızlı atması
- kızaran
- kan basıncının artması
- titreme
- ellerin buz kesmesi
- diyare
- terleme
- karın ağrısı
- nefes almada güçlük
- baş dönmesi
- ağız kuruluğu
- kas gerginliği
nedenleri
Bilinen tek bir sebebi yoktur. Araştırmacılar biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlerin bu fobinin gelişiminde rol oynadığını ileri sürmektedir
1.biyolojik sebepler
Sosyal anksiyete serotonin dengesizliğiyle ilişkili olabilir. Serotonin bir nörotransmiterdir. Nörotransmiterler, sinir hücreleri arasındaki haberleşmeye yardımcı olan kimyasallardır. Eğer dengeleri bozulursa, bilgiler beyinde gerektiği gibi iletilmez. Bu da stresli durumlarda beynin reaksiyonunu değiştirebilir, örneğin anksiyeteye sebep olabilir. Sosyal anksiyete genetik de olabilir.
2.çevresel
Sosyal anksiyete bozukluğu olanlar başkalarının davranışlarının sonucunda başlarına geleni (örneğin; alay konusu olma gibi) gözlemleyerek bu fobiyi geliştirmiş olabilirler. Ayrıca ebeveynleri tarafından aşırı korunmuş çocuklar normal gelişim sürecinde öğrenilen bazı sosyal becerileri yeterince geliştiremeyebilirler.
3.psikolojik
Sosyal fobinin gelişimi geçmişte gerçekleşmiş utanç verici veya küçük düşürücü bir olay sonucu gerçekleşmiş olabilir.
SOSYAL FOBİNİN ETİYOLOJİSİ-KURAMLAR AÇISINDAN SOSYAL FOBİ’NİN NEDENİ
PSİKANALİTİK AÇISINDAN SOSYAL FOBİ
Freud tarafından nasıl tanımlandığını görelim. “Anksiyete ; Kaynağı bilinemeyebilen bir tehlikeyi bekleme veya tehlikeye hazırlanma özel durumunu anlatır. ‘Korku‘; korkulacak belli bir nesneyi gereksinir. ‘Ürküntü’ ise; Kişinin tehlikeli bir duruma kendisini ona hazır hissetmeksizin girmeyi beklediği durumu anlatır; sürpriz etkeni vardır (Gabbard 1979).”
Psikodinamik akımın genel olarak fobilere açıklaması şu şekilde özetlenebilir: cezalandırılma tehlikesi içeren yasaklanmış cinsel veya saldırgan dürtüler bilince gelme tehlikesi doğduğunda uyarı anksiyetesi doğar, bu da yer değiştirme,yansıtma ve kaçınma savunma mekanizmalarını harekete geçirir ve fobik rahatsızlık denilen durum ortaya çıkar (Gabbard1994). Bu savunma mekanizmaları yasaklanmış arzuyu bir kez daha bastırarak ortadan kaldırsa da bunun bedeli fobik nevroz olur. Aynı mekanizmayla klasik psikanalitik perspektiften sosyal fobi belirtileri,kabul edilemez nitelikteki bilinçdışı arzu ve fantazilerle bunlara karşı gelişen savunmaların bir ürünüolarak görülür (Gabbard 1992).
Bu genel düzenek içinde sosyal fobide dinamik olarak 3(üç) temel etken üzerinde durulmaktadır.
1.Utanç yaşantıları: Sosyal fobik hastalarda bilinçdışı olarak dikkat çekme ve çevreden onaylayıcı tepkiler alma isteği yoğundur. Bu arzu otomatik olarak onaylayıcı olmayan ebeveyn tarafından utandırılma veya eleştirilme duygusunu doğurmaktadır. Bu hayali aşağılanma veya utandırılmadan kaçınabilmek için sosyal fobikler başkalarından onaylama göremeyecekleri riskinin olduğunu düşündükleri durumlardan ve ortamlardan kaçınırlar.
2.suçluluk duyguları:Sosyal fobisi olan bazı bireyler bilinçdışı olarak diğerleriyle olan ilişkilerinde karşıdan tam ve mükemmel bir ilgi için saldırgan bir talepkarlık sergilerler. Bu talebe tüm rakipleri korkutarak kaçırma veya yok etme arzusu eşlik eder. Suçluluk duyguları sıklıkla bu rakiplerin yerini alabilme kapasitesindeki yetersizlikten kaynaklanan utançla birbirine karışmış haldedir.
3.ayrılma anksiyetesi: Sosyal fobisi olan birçok birey bağımsız olma ve yeni insanlarla kaynaşmanınebeveyn veya yakınlarının sevgisini yitirme anlamına geleceğinden korkar. Anne-bebek çalışmalarında çocukta zaman zaman anne hiç bir harekette bulunmamasına karşılık annelerinin onları terk edeceği korkusuyla ani anksiyete tepkileri çıkabildiği görülmüştür. Mahler bunu “anneden ayrılma ve otonom olma arzusunun emosyonel olarak aynı zamanda annem beni terk etmek istiyor anlamına geldiği” şeklinde açıklamıştır. Bu araştırmalarda sıklıkla annenin de çocuğun otonomi eğiliminden rahatsız olduğu ve otonomi arayışına olumsuz tepki verdiği görülmüştür. Annenin bu duyarlılığını şöyle sözelleştirebiliriz: “sen benimle bir şey paylaşmak istemiyorsan, ben de seninle bir şey yapmak istemiyorum.” Bu doğal gelişimsel korkular ebeveyn veya temel bakıcıların gerçek aşırı reddedici tutumlarıyla daha da pekiştirilirse, çocuk her türlü otonomi girişiminin terkedilmeyle sonuçlanacağı duygusuyla dolar. Dış dünyadaki insanlarla ilişki kurmaktan kaçınırak onu besleyen temel figürlerin katastrofik olabilecek redlerinden kaçınmaya çalışır.
Tüm bu dinamikler göz önüne alındığında sosyal fobiklerdeki anne, baba, temel bakıcılarla ilişkilerle gelişen iç nesne (object) temsilcileri (represantations) utandıran, eleştiren, aşağılayan, alay eden, terk eden nesnelerdir. Bu içe atımlar erken yaşamda stabilleşir ve daha sonra tekrar tekrar kişinin çevresindeki insanlara yansıtılır ve bu insanlardan kaçınılır. Diğer insanları bu şekilde algılamaya doğuştan gelen bir eğilim olsa da belli bir dereceye kadar olumlu bir erken yakın çevre bu eğilimi törpüleyebilir. Ama bir de yakın çevreyi oluşturan yetişkinler doğuştan gelen bu kalıbı destekleyen ve besleyen davranışlar gösterirlerse birey giderek daha korkulu hale gelir ve sosyal fobi gelişir. Bakıcılar çocuğun korkularına duyarlı olur ve bunu telafi ederlerse, içe atılanlar daha yumuşak, daha az tehditkar olur ve tam bir sosyal fobi gelişimi gerçekleşmez.
KOGNETİF MODEL AÇISINDAN SOSYAL FOBİ
Kognitif olarak sosyal fobinin en temel özelliği kişinin çok güçlü bir biçimde çevresinde özel bir olumlu izlenim
bırakma isteği duyması ama diğer yandan da bunu gerçekleştirebilme yeteneğine olan belirgin güvensizliktir (Clark ve Wells 1995). Sosyal fobikler insanların önündeyken uygun olmayan bir biçimde davranacakları ve bunun da reddedilme, değer ya da statü kaybına ya da önem verdikleri kişisel hedeflere ulaşmada başarısızlığa yol açacağını düşünürler (Clark 1999)
Bu kişiler sosyal performansla ilgili aşırı derecede yüksek standartlara sahiptirler: “konuşmam kusursuz biçimde akıcı olmalı”, “daima zeki ve parlak görünmeliyim” gibi. Sosyal fobiklerin sosyal ortamla karşılaştıklarında ortaya çıkan “söylediklerim aptalca”, “sıkıcıyım”, “beni sevmediler”, “sıkıntılı olduğumu farkettiler” gibi otomatik düşünceleri koşullu inançlarıyla bağlantılıdır. Bu olguların sahip oldukları koşullu inançlara örnekler: “eğer birisine farklı birşeyler söylersem, bana aptal derler ve reddederler”, “eğer saygılı görünürsem, insanlar hakkımda kötü düşünürler” gibidir. Daha altta yatan temel koşulsuz inaçları ise “ben sıkıcı, farklı ve tuhafım”, “ben can sıkıcıyım”.
Sosyal fobik birey diğerleri tarafından olumsuz değerlendirilme tehlikesi içinde olduğunu düşündüğünde dikkati kendisini gözleme ve değerlendirmeye odaklanır. Bu dikkat kayması, o anda anksiyetesine bağlı olarak ortaya çıkan tepkilerinin ve kendisiyle ilgili farkındalığın artışı çevreyi ve diğer insanların davranışlarını düzgün değerlendirememesine yol açar. sosyal fobik hastalar aşağılanmış hissetmekle aşağılanmayı, kontrolsüz hissetmeyle gerçekten kontrolsüzlüğü, anksiyeteli hissetmekle anksiyeteli görünmeyi birbirine eş tutarlar.
DAVRANIŞÇI MODEL AÇISINDAN SOSYAL FOBİ-
Sosyal fobinin etiyolojisi ile ilgili davranışçı görüş üç yolla bu rahatsızlığın gelişebileceğini öngörür
1.doğrudan koşullanma:Doğrudan koşullanma sosyal ortamlarda kişinin travmatik bir deneyim yaşamasıyla oluşur ve yapılan çalışmalarda yaklaşık %50 oranında hastada böylesi doğrudan travmatik sosyal yaşantılar saptanmıştır.
2.gözlemsel öğreneme: Gözlemsel öğrenmede kişi sosyal ortamda olumsuz bir deneyim yaşayan kişiyi gözleyerek korkulu hale gelir.
3.bilginin aktarımı: Bilgi aktarımında ise sözel ya da sözel olmayan yolla yani tutumlarla sosyal ortamların tehlikeli olduğu bilgisinin kişiye aktarılması yoluyla sosyal korkuların kazanılması söz konusudur.
Büyük ölçüde değişkenlik gösterir
sonlanımı bozulan işlevselik ve ektanlı diğer hastalıklara göre değişkenlik gösterir
Ayirici Tani
Özgül fobi ve sosyal fobiyi normal çekingenlik ve uygun korkudan ayirtetmek gerekir. DSM IV, hastanin fonksiyonlarinin kabiliyetini bozan semptomlarin uygun olup olmadigini ayirabilmesine yardim eder. Panik ataklarda çarpinti, gögüs agrisi ve basinç hissi daha fazla görülürken, SF’de terleme, yüz kizarmasi ve agiz kurumasi daha sik görülmektedir. (Amies ve ark. 1983., Reich ve ark. 1988)
Fobi gelistirebilecek olan psikiyatri disi tibbi durumlar, madde kullanimini (özellikle hallüsinasyonlar ve sempatomimetikler) M.S.S. i tümörleri ve serebrovasküler hastaliklari içermektedir. Bu örneklerde fobik semptomlarda fiziksel, nörolojik ve mental durum muayenesi üzerinde ilave subjektif bulgular yoklugu tesbit edilir.
Sizofreni de, özgül ve SF in her ikisinden de ayirici tanisi yapilmalidir. Sizofrenik hastalarda psikozlarin bir parçasi olarak fobik semptomlara sahip olabilirler. Fobik hastalar korkularinin anlamsiz oldugunu idrak ederler. Ayrica sizofreni de görülen diger psikotik semptomlar ve bizar hezeyanlar yoktur.
Özgül ve sosyal fobinin ayirici tanisinda klinisyenler PB’u, agorafobi ve çekimser kisilik bozuklugu üzerinde durmalidirlar. DSM IV bu durumlarda PB, Agorafobi, SF ve özgül fobinin ayirici tanisinda bireysel vakalarin zor olabilecegi ve klinisyenin bu durumlarda klinik becerisini kullanmasini tavsiye etmistir. PB’u ve atipik depresyonu da bulunan hastalarda MAOI’leri daha yararli bulunmaktadir. (Liebowitz ve ark. 1985b)
Genellikle, özgül fobili veya yaygin olmus sosyal fobilerde, fobik stimulusla karsilasir karsilasmaz ortaya çikan anksiyeteye egilim vardir. Daha da ilerisi, onlarin anksiyete veya panikleri belirli durumlarla sinirlandirilmistir ve genelde, hastalar fobik stimulusla karsilasmadigi veya beklentisel bir uyaranin olusmadigi durumlarda anormal bir anksiyeteye girmezler.
Agorafobik bir hasta ekseriya anksiyete uyaran durumda diger bir sahsin bulunmasi ile teselli bulur ve yatisir. SF li sahis ise, diger insanlarin bulunmasi ile daha çok anksiyete içine girer.
PB da ve agorafobide solunum düzensizlikleri, bas dönmesi, bogulma hissi ve ölüm korkusu hissederken, SF li sahislarda ise kizarmak, utanmak, kas segirmeleri ve dikkatle incelenmeye bagli semptomlari tasir.
Çekimser kisilik bozuklugu ile SF in ayirici tanisi zor olabilir ve ilave görüsmeler ve psikiyatrik anamnez gerektirir.
Özgül Fobi
Özgül fobinin ayirici tanisinda diger hastaliklarda gözönünde bulundurulmalidir. Bunlar arasinda hipokondriazis OKB, ve paranoid kisilik bozuklugu bulunur.
Hipokondriazisde bir hastaliga sahip olmaktan korkulurken, özgül fobide hastaliga yakalanmis olmaktan duyulan bir korku vardir.
OKB’lu bazi hastalarda açik davranislar varken, özgül fobinin davranislari müphemdir, karisiktir. Mesela, OKB’lu bir hasta, biçaklardan kaçinabilir. Çünkü bu hastalar çocuklarinin öldürebilecekleri ile ilgili kompulsif bir düsünceye sahiptirler. Özgül fobili hastalarda ise kendi kendilerini kesme korkusu nedeni ile biçaklardan kaçinirlar.
Paranoid kisilik bozuklugu özgül fobiden ayristirilmalidir. Paranoid kisilik bozuklugundaki hastalarin genellesmis bir korkulari vardir.
Sosyal Fobi
Sosyal fobi iki ilave hastaliktan ayirici tani yapilmalidir. Bunlar major depressif bozukluk ve sizoid kisilik bozuklugudur. Sosyal uyaranlardan kaçmak, depresyonun bir semptomudur.
Sizoid kisilik bozuklugunda, sosyalizasyon istenmez , sosyal olmaktan korkulmaz, bu durumda kisiye kaçingan sosyal davranislara götürür.
Klinik Seyir ve Prognoz
SF ve özgül fobinin klinik seyri ve prognozuyla ile ilgili detayli bilgiler yoktur. Çünkü bu hastaliklar son yillarda göreceli olarak önemli mental hastaliklar kategorisine alinmistir. Fobilerin farmakoterapiler ve özgül psikoterapiler ile tedavi ile bilgilerden sonra klinik seyir ve prognoz hakkinda ancak bilgi sahibi olunabilecektir. Maalesef ileri tedavi stratejileri için kontrollü çalismalar yoktur.
Fobik bozukluklar, daha önceden kabul edilen daha çok morbiditeye sahiptir. Fobik davranisin derecesi ile ilgili olarak, sahsin fonksiyon kabiliyeti ile yakindan iliskilidir. Bu tip sahislar ekonomik olarak baskalarina bagimli olabilir. Mesela adultler bu durumdadir ve bu ekonomik bagimlilik onlarin sosyal hayatlarinda beklentisel basarilarini, toplumla iliskilerini ve okul performanslarini çesitli derecelerde bozmaktadir.
Madde kullanim bozukluguna bagli olarak da, prognoz ve klinik seyir degisiklikler arzetmektedir.
Tedavi-etkili tedavi yöntemleri
Içgörü Yönelimli Psikoterapi
Psikanalizin gelisiminin baslangiç dönemlerinde ve dinamik yönelimli psikoterapide, teorisyenler fobik nevrozun tedavisinin ancak bu metodlarla yapilmasi gerektigine inanirlardi. Çünkü bu bozuklugun kaynaginda ödipal çatismanin yattigini düsünmekteydiler.
Son zamanlarda, hernasilsa, terapistler kabul ettiler ki, bilinçdisi çatismalarin analizi ve açiga çikarilma gelismeleri sürecinde, hastalar süratli bir sekilde fobik semptomlarindan kurtulmaktadirlar.
Herseyin üzerinde fobik uyarandan kaçinmaya devam etmek suretiyle, anksiyetelerini hastalar belirli derecede disari da birakabilmektedirler.
Freud ve Sandor Ferenczi’in her ikisi de bu durumu kabul etmislerdir. Yapilanmis olan bu semptomlar analiz süreci içerisinde gelisirse, terapistler analitik rollerinin ötesine geçmeli ve aktif bir sekilde fobik hastalarini zorlamali ve içgörü ile sonuçlanan anksiyete tecrübelerini ve fobik durumlarin disini arastirmaya sevketmelidir. O zaman, psikiyatristler genellikle terapistin rolünün derecesinin boyutlarini tartismislardir. Çünkü terapist basarili sekilde fobik anksiyeteyi tedavi etmeyi istemektedir.
Psikodinamik içgörü yönelimli psikoterapi tekniginin temel özelligi, olayin yalniz basina fobik semptom üzerine oturmamis olmasidir. Fakat bu tedavi yönteminde tedavi metodunun kullanimi ile yasam kaliplari hastanin ego yapisini pozitif bildirimleri üzerine de yapilanmistir. (Gabbard 1990)
Içgörü yönelimli tedavi hastanin fobisinin kaynagini anlamasina yardimci olur. Ayrica elde edilen sekonder kazançlar, direncin rolünü ve anksiyete olusturan uyaranlarla birlikte saglikli yasam yollarinin arastirilmasini hastaya gösterir.
Diger Terapiler
Hipnoz, destekleyici tedavi ve aile tedavisi fobilerin tedavisinde yararli olabilir. Hipnoz, fobik objenin tehlikesiz oldugu ile ilgili terapistin telkinlerini güçlendirmesinde kullanilmistir. Ayrica otohipnoz ile fobik objenin olusturdugu olumsuz duygular ortaya çiktiginda relaksasyon metodunun kullanarak düsüncesini degistirebilir.
Destekleyici psikoterapi ve aile terapisi tadavi esnasinda fobik objeye karsi aktif bir sekilde karsi gelmek isteyen hastanin yardim istegine genellikle yardimci olmaktadir. Bu terapi yönteminde sadece, hastanin tedavisine ailenin yardimini ortaya çikarmaya yönelik bir aile terapisi yapilmayip ailenin de hastanin problemlerinin tabiatini anlamasina yardimci olunmaktadir.
S.F. in tedavisinde farmakoterapi ve psikoterapi birlikte kullanilirlar. (Mavissakalian ve Michelson 1986b., Telch ve ark. 1985., Zitrin ve ark. 1980) Performans durumuna bagli tabi ve yaygin sosyal fobi için çesitli yaklasim tarzlari gelistirilmistir. Bazi çalismalarda, yalniz basina uygulanan psikoterapi veya farmakoterapi ile her ikisinin birlikte uygulandigi kombine terapiler karsilastirilmistir. Kombine terapilerin daha yararli oldugu iddia edilmistir. (Gelertnter ve ark. 1991., Wlazlo ve ark. 1990., Mattick ve ark. 1989))
Bu sonuçlar bütün hastalar ve bütün durumlar için söz konusu degildir.
Birkaç iyi kontrol edilmis çalismada MAOI leri, özellikle phenelzine(Nardil), sosyal fobinin yaygin tedavisinde yararli oldugu tesbit edilmistir. (Liebowitz ve ark. 1992) Diger ilaçlarin da iyi sonuçlar verdigi rapor edilmistir. Bunlardan çok iyi kontrol edilmis çalismalar degildir. Bunlardan alprazolam (Xanax), traylcypromine (Versiani ve ark. 1988), klonezepam (Klonopin) ve SSRI (seratonin spesifik Reuptake Inhibitörü) ler mevcuttur. Bu ilaçlarin dozu depresyonda kullanilan dozlarin aynisidir ve bu ilaçlarda cevaplar 4 ila 6 hafta içinde alinir. Bazi bilgilere göre trisiklik antidepresanlar ve buspiron (Buspar) sosyal fobide etkin bulunmamistir. Bu bilgiler de yetersizdir.
SF in yaygin tipinde pikoterapi genellikle bilissel davranissal tedavi yöntemlerinin kombinasyonu olarak uygulanir. Bu yaklasimlardan bilissel açiklama, duyarsizlastirma, seans esnasinda prova yapmak ve ev ödevleri vermek teknikleri uygulanir.
Performans durumu ile baglantili SF nin tedavisinde genellikle, fobik uyarana yüzlestirmeden önce kisa süreli b-adrenerjik reseptör antagonistleri kullanilmasi uygulanmaktadir. En yaygin olarak kulanilan iki bilesik atenolol (tenormin) performansdan bir saat önce veya her sabah alinan 50-100 mgr. major dozunda, propranolol ise 20-40 mg dozunda kullanilir.
Bilissel, davranissal ve ekspojure teknikleri performans durumlarinda kullanisli olabilir
bilişsel davranışçı terapi
Sosyal fobi, çoğunlukla doğru tedaviyle tamamen iyileştirilebilir bir rahatsızlıktır. En etkili tedavi bilişsel-davranış terapisidir. İlaç tedavisi de belirtilerin azalmasına sebep olarak bilişsel-davranış terapisini daha etkili hale getirebilir.
Bu terapinin amacı kişinin düşüncelerini daha akılcı bir yere yönlendirmek ve daha önceden anksiyeteye sebep olmuş durumlardan kaçınmasını engellemeye yardımcı olmaktır. Kişinin anksiyete belirtilerini tetikleyen durumlara karşı farklı reaksiyon vermesini öğretir. Terapi sistematik duyarsızlaştırmayı veya korkulan duruma gerçek hayatta maruz kalmayı içerebilir. Sistematik duyarsızlaştırmada kişi ürkütücü durumu hayal eder ve korkularıyla güvenli ve rahat bir çevrede başa çıkmayı öğrenir (örneğin terapistin ofisi). Gerçek hayatta maruz kalmada ise; terapistin desteğiyle kişi aşamalı olarak kendisi için ürkütücü olan durumla karşı karşıya gelir.
Özsaygının ve sosyal becerilerin geliştirilmesi için danışmanlık ve nefes egzersizi gibi rahatlama teknikleri de sosyal fobiyle başa çıkmada kişiye yardımcı olabilir.
I am text block. Click edit button to change this text. Lorem ipsum dolor sit amet, consectetur adipiscing elit. Ut elit tellus, luctus nec ullamcorper mattis, pulvinar dapibus leo.
[…] Çoğu zaman filmler, farklı senaryolarla aşkın veya ilişkilerin nasıl olması gerektiğini resmeder. Ancak maalesef resmettikleri mükemmelliğe nasıl ulaşılacağına dair bir kılavuz vermiyorlar. Öyle olsaydı, birçoğumuz bu aradığımız mükemmel kişiyi kolayca bulur ve sonsuza dek mutlu olurduk. Ne yazık ki gerçekler fantezilerimizde kurduklarımızdan ibaret değil ve iyi ilişki geliştirebilmenin önceden tasarladığımız aşk hayatının peşinden koşmaktan daha önemli olduğunu fark ettiğimizde belki de mutluluğu yakalayabiliriz. Bize iç huzuru veren bir aşk hayatı inşa etmek için çabalamamız gerektiğini anladığınızda, muhtemelen bir peri masalı sonunun olmasına gerek duymayacağız. […]
[…] Bu süreçte kişiye alan açmak da en az onunla konuşmak kadar önemli ve gereklidir. Yas surecindeki kişi aramalara ve mesajlara hemen her zaman dönmek istemeyebilir, görüşme isteklerini reddetmek kişi için vicdani bir yük halini alabilir. Bu sebeple mesajlara ve aramalara en uygun en müsait zamanlarında, ne zaman isterlerse dönebilecekleri konusunda bilgilendirmek, onu düşündüğümüzü ve herhangi bir yanıta gerek olmadığını hissettirmek oldukça önemlidir. Bir kayıptan sonra hayata dönmek, günlük rutinlere uyum sağlamak çok çabuk ve kolay olmayabilir. Yastaki kişilere duygularını işlemek için ihtiyaç duydukları kadar zaman verilmelidir. Arada sırada nasıl olduğunu kontrol etmek, neye ihtiyacı olduğunu sormak için iletişime geçmek ile alan açmak zaman vermek arasındaki dengeyi sağlayabilmek önemlidir. […]
[…] merkezi sinir sistemi (MSS) dahil olmak üzere pek çok sistemi etkilediği bilinen önemli bir teratojendir. Gebeliğin ilk üç ayında, özellikle de çoğu annenin hamile olduğunu bilmediği […]
[…] Yapılacak şeyler, tanışılacak insanlar ve gidilecek yerler var ve bu karmaşa içinde kendinizi unutmak çok daha kolaydır. Biraz kendinize zaman ayırsanız bile, başka bir işiniz çıktığı için bunu es geçip başka bir zamana erteleyebilirsiniz. Ve dürüst olalım, kendi kendimize geçirdiğimiz zaman kesinlikle bir bardak kahve ve en sevdiğiniz dizinin bir bölümü olabilirken, terapi tarafından sağlanan daha yapıcı olan kendimizle geçireceğimiz vakit muhtemelen uzun vadede daha faydalıdır. Yarın ve sonraki gün daha mutlu olmak için tam da şu anda ihtiyacınız olan şey olabilir! Terapinin herkes için olduğunu söylemek doğru mudur tartışılabilir, ancak denemek için kesinlikle bir teşhisinizin olması gerekmez. Terapinin amacı, düşünceleriniz, duygularınız ve hayatın günlük stresiyle başa çıkmanıza yardımcı olarak daha tatmin edici, işlevsel ve daha mutlu bir yaşam sürmenize yardımcı olmaktır. Ve bu (neredeyse) herkesin hayatlarının bir noktasında kullanabileceği bir şeydir. […]
[…] Mükemmeliyetçi olmanın bir başka işareti de makul olmayabilecek hedefler belirlemektir. Yüksek başarılılar, bu hedeflere ulaşıldığında biraz daha ileri gitmenin keyfini çıkararak hedeflerini yüksek tutabilirler. Mükemmeliyetçiler genellikle başlangıç hedeflerini o kadar yüksek tutarlar ki ulaşılamaz hale getirirler. Bir mükemmeliyetçi gerçekçi olmayan standartlara sahip olma eğiliminde olduğundan, genellikle başarıyı reddederler çünkü eylemlerinin asla bu başarı seviyesinde olacak kadar kötü olmadığını hissederler. […]
[…] Son olarak aile tutumlarının yanı sıra, kişinin kendine yönlendirdiği eleştirel bir tutum, sosyal baskı, medyanın etkisi ve gerçekçi olmayan rol modellerinin birleşiminin de mükemmeliyetçiliğin gelişiminde rol oynadığı ileri sürülmüştür. Bu kişilerin kendilerini suçlu hissettikleri ve mükemmel olmadıkları takdirde sevgiye ve saygıya layık olmadıklarını düşündükleri belirtilmektedir. […]
[…] Hedefleriniz için gerçekçi süreler ayırın. Gerçekçi süreler ayıramadığınız ve başarısız olduğunuz hedefler sizin kendinize yönelik şüphe hayal kırıklığınızı artırır. Ama bu bazen mümkün değildir. Hayat aynı anda birçok isteyebilir. O zamanda yapamayacaklarınızı seçin ve kabullenin. Her noktada aynı anda olamazsınız. Neyi kaybedeceğinizi seçebilirseniz, kayıplarınızı kontrol etmek ve haz etmek daha kolaydır. […]
[…] Öncelikle mükemmeliyetçi insanların kendilerine yükledikleri misyonları sonsuz bir özgüvenden ve öz başarı hissinden ziyade yetersizlik hisleriyle birlikte gelir. Belirledikleri standartların yüksekliği ortalama bir insanın ulaşabileceğinden yüksek olduğundan dolayı kafalarındaki mükemmelden uzak düşmek kendilerine yönelik öfkeyi ve yetersizlik duygularını arttırır. Son derece planlı, her işin en ince detayına kadar düşünüyor olmaları da bir başka paradoksa neden olur ve işleri zamanında yetiştirme konusunda problem yaşarlar. Yöneticileri sorun etmese dahi kendilerini işi teslim etme konusunda hazır hissetmezler. Başarısızlık durumunda çok büyük bir felaketin onları beklediği yönünde bir endişeye kapılır ya da sonuçta karşılaşacakları olumsuzluğu daha yoğun deneyimlerler. Kendilerine yönelik beklentileri nasılsa ötekilerden beklentileri de o yönde büyük olur. Bu, ekip işlerinden uzak durmalarıyla ya da tüm sorumluluğu üstlenmeleriyle sonuçlanır. İş yükleri arttığı için kendilerini aynı stres-çalışma yükü-yetersizlik hissi döngüsünün içinde bulurlar. Başarılan işlerin tatmin yaratacağı şüphesizdir. Ancak sürekli görev ediniyor olmaları ve kendilerine teklif edilen işlere hayır diyememelerinden ötürü gelecek işlerin stresi bu tatmini bir noktada kesecektir. […]
[…] tedavisi, insanların semptomlarıyla daha çok işlev gördüklerini ve geliştiklerini hissetmelerine yardımcı olabilir. Bu, semptomları şiddetli ile daha […]
[…] 5: (Orta-şiddetli bilişsel zayıflık / Erken dönem demans) Hastalar yer ve zaman kavramları hakkında zihinsel karışıklık yaşarlar. Mezun oldukları okulların adları, adresleri, telefon numaraları gibi […]
[…] İkincil travmatik stres kavramı ilk olarak 1985 yılında Rosenheck ve Nathan tarafından yazılan makalelerde belirtilmiş ve travmanın aktarımını vurgulamak için kullanılmıştır. İkincil travmatik stres, kişinin kuvvetli şekilde strese yol açan bir duruma veya trajik bir olaya şahit olması, bu travmatik duruma ilişkin bilgiye sahip olması veya mesleği aracılığıyla dolaylı olarak olaya maruz kalması sonucunda yaşadığı duygu durumu ve stres tepkisidir. […]
[…] Bununla birlikte, çocuğunuz yatağın altındaki canavara veya diş perisine inanıyorsa, psikoloji bilgini Jacqueline Woolley onları caydırmak için hiçbir neden olmadığını söylüyor. Çocuklar, o yaşlarda bu fantastik figürlerin gerçek olmadığını öğrendiklerinde yetişkinlere güvenmezler. Dahası, bu figürlerle etkileşim kurmak, çocuklara fanteziyi gerçeklikten ayırt etme yeteneklerini geliştirme şansı verir. Ayrıca, öyle ya da böyle, çocuklar erken ergenliğe ulaştıklarında, fanteziyi gerçeklikten ayırt etme yeteneklerinin bir yetişkininkine benzeyecek kadar yeterli bilgi edinirler. […]
[…] birçok faktör etkilidir. Özgüven bebekle annenin kurduğu güven bağıyla birlikte çevrenin de etkisiyle gelişmeye başlar. Çocukluk dönemindeki başarı ve başarısızlıklar, bunların neticesinde çocuğun aldığı geri dönüşler […]
[…] Bu süreçte kişiye alan açmak da en az onunla konuşmak kadar önemli ve gereklidir. Yas surecindeki kişi aramalara ve mesajlara hemen her zaman dönmek istemeyebilir, görüşme isteklerini reddetmek kişi için vicdani bir yük halini alabilir. Bu sebeple mesajlara ve aramalara en uygun en müsait zamanlarında, ne zaman isterlerse dönebilecekleri konusunda bilgilendirmek, onu düşündüğümüzü ve herhangi bir yanıta gerek olmadığını hissettirmek oldukça önemlidir. Bir kayıptan sonra hayata dönmek, günlük rutinlere uyum sağlamak çok çabuk ve kolay olmayabilir. Yastaki kişilere duygularını işlemek için ihtiyaç duydukları kadar zaman verilmelidir. Arada sırada nasıl olduğunu kontrol etmek, neye ihtiyacı olduğunu sormak için iletişime geçmek ile alan açmak zaman vermek arasındaki dengeyi sağlayabilmek önemlidir. […]
[…] Üst düzeyde beklentiye sahip olanların yaşamdaki arayışlarında nesnel olarak daha başarılı olsalar bile, sonuçlarından ille de mutlu olacakları düşüncesi doğru değildir. Bir çalışmada, yüksek beklentiye sahip olan öğrencilerin, üniversitenin son yılında tatminkâr olan öğrencilere göre daha yüksek maaşlı işlere girdiler, ancak işlerinden daha az tatmin olma ve iş arama sürecinde daha fazla stres ve endişe yaşama eğiliminde oldukları görülmüştür. Yüksek beklentiye sahip bireylerin, başlarına iyi şeyler geldiğinde bile neden mutlu olma olasılığı daha düşüktür? Olası bir açıklama, pişmanlığı körükleyebilecek olan şey hakkında uzun uzun düşünme eğiliminde olmaları ve zihinlerinin sürekli bununla meşgul olması olabilmektedir. […]
[…] Kalitesiz uyku, nispeten küçük stresle bile baş etmeyi çok daha zor hale getirebilir. Günlük zorluklar büyük hayal kırıklığı kaynaklarına dönüşebilir ve kendinizi günlük yaşantı içerisinde oldukça yorgun hissedebilirsiniz. Düşük uyku kaliteniz hakkında düşünmek bile bir stres kaynağı olabilir. İyi bir gece uykusuna ihtiyacınız olduğunu biliyorsunuz, ama sonrasında kendinizi uyumadığınız ya da uyuyamayacağınız konusunda kaygılanırken bulabilirsiniz. […]
[…] Nasıl daha empatik olunacağını öğrenmek, sosyal etkileşimler söz konusu olduğunda çocuklar için büyük bir yardımcıdır, ancak diğer çocuklar saldırgan veya düşüncesizken çocuğunuzun kendisini ve sınırlarını savunmayı öğrenmesine yardımcı olmak da aynı derecede önemlidir. Birisi onun duygularına veya sınırlarına saygı duymadığında ne yapması gerektiğine dair bir plan yapmasına yardımcı olmak, çocuğunuza kendi ayakları üzerinde durma pratiği yapma şansı verecektir. Örneğin, “Arkadaşının sana sormadan sana sarılmasından hoşlanmadığını belirtmenin bazı yolları nelerdir?” gibi sorularla hayali bir senaryo üzerinden pratik yapılabilir. Çocuğunuzun kendi sınırlarını savunmak için kullanabileceği bazı basit: “Lütfen dur”, “Bundan hoşlanmadım”, “Şimdi benim sıram”, gibi ifadelerin üzerinden birlikte geçebilirsiniz. […]
[…] Yapılacak şeyler, tanışılacak insanlar ve gidilecek yerler var ve bu karmaşa içinde kendinizi unutmak çok daha kolaydır. Biraz kendinize zaman ayırsanız bile, başka bir işiniz çıktığı için bunu es geçip başka bir zamana erteleyebilirsiniz. Ve dürüst olalım, kendi kendimize geçirdiğimiz zaman kesinlikle bir bardak kahve ve en sevdiğiniz dizinin bir bölümü olabilirken, terapi tarafından sağlanan daha yapıcı olan kendimizle geçireceğimiz vakit muhtemelen uzun vadede daha faydalıdır. Yarın ve sonraki gün daha mutlu olmak için tam da şu anda ihtiyacınız olan şey olabilir! Terapinin herkes için olduğunu söylemek doğru mudur tartışılabilir, ancak denemek için kesinlikle bir teşhisinizin olması gerekmez. Terapinin amacı, düşünceleriniz, duygularınız ve hayatın günlük stresiyle başa çıkmanıza yardımcı olarak daha tatmin edici, işlevsel ve daha mutlu bir yaşam sürmenize yardımcı olmaktır. Ve bu (neredeyse) herkesin hayatlarının bir noktasında kullanabileceği bir şeydir. […]
[…] Her birey yaşadığı süre boyunca kendi hikayesini yazar. Ancak hikayemiz doğumumuzdan çok önce başlar. Bir çocuğun, anne-babasının zihnine ilk düşüşünden de evvel, bir coğrafyaya doğacak olan çocukların hikayeleri az çok belirlenir. Asırlardır o coğrafyaya nüfuz eden kültürel kodlar gelecek nesillere aktarılır. İçinde yaşadığımız toplumun masallarıyla, öğretileriyle, şarkılarıyla büyürüz. Çocukken bize anlatılan hikayelerin karakterleriyle kendimizi özdeşleştiririz. Bir coğrafyaya doğmak, tüm boyutlarıyla birlikte kişilerin kimliklerinin bileşenlerini oluşturur ve diğer toplumlar bizim için “öteki” olurlar. Göç ile birlikte pek çok insan ait olduğunu hissettiği, doğduğu topraklardan ayrılır. Göç, kayıp ve yası da beraberinde getirir. Kendi toprağından uzaklaşmak bir nevi köklerinden ve kültüründen de uzaklaşmaktır. […]
[…] Kendinden emin olmanın yanlış bir tarafı yok ama bu özgüven, ilişkilerine zarar veren narsisizm ya da kendini beğenmişlik olarak ifade ediliyorsa aşırı olma ihtimali vardır. Çok fazla özgüvenle ilgili sorun, genellikle kendilikle bağlantısı bulunmayan görkemli bir benlik görüşü içermesidir. En iyi, en zeki ya da en nitelikli olduklarını düşünen insanlar şaşırtıcı bir şekilde bazen en kötü, en bilgisiz ve en vasıfsız kişilerdir. Bu duruma “Dunning-Kruger Etkisi” denir. Bu etki David Dunning ve Justin Kruger tarafından ortaya konmuş ve bu etkiyi ilk tanımladıklarında makalenin başlığını “Yetersizler ve Bunun Farkında Değiller” olarak seçmişlerdir. […]
[…] Hartmann, benlik savunmalarını da organizmanın uyum sağlamak için geliştirdiği mekanizmalar olarak görmüştür. Benliğin geliştirdiği bu savunmacı manevraların bilinçdışından ziyade ön-bilinçte yer aldığını savunmaktadır. Ona göre benlik kendini dört tür tehditten korumak için savunmaları kullanmaktadır. Bunlar: id, ego ve superego arası çatışmalar, bireysel ilişkilerdeki çatışmalar, toplumsal kurallarla ilgili çatışmalar ve travmaya verilen tepki sonrası oluşan bozulmalardır. Bu tehditler karşısında organizmanın dönüşmesi baş etmesini kolaylaştıracaktır. Bu yüzden uyum süreci statik bir süreçten ziyade bireyin çevresiyle sürekli etkileşimde olduğu dinamik bir süreçtir. […]
[…] Hipokondriyazis, diğer bir adıyla hastalık hastalığı, bireyin sağlık durumunda herhangi bir …tetkiklerle ispatlanmış olsa dahi çeşitli rahatsızlıkları yanlış yorumlayıp ciddi bir hastalığa sahip olduğu ile ilgili kaygılanması ile karakterize bir bozukluktur. Örneğin, birey mide rahatsızlığının mide kanserinin bir belirtisi olduğunu düşünerek endişelenip doktor doktor gezebilir. Vücudunu sürekli inceleyip herhangi bir değişiklik var mı diye sürekli olarak kontrol edebilir. Kimi teorisyenlere göre bu hastalığa sahip bireylerin fiziksel hastalık toleransları düşüktür. Kimi teorisyenlere göre bireyler sosyal öğrenme aracılığı ile bu rölü içselleştirirler. Bireyler sevgi görmek için hipokondriyak semptomları araç olarak kullanabilir ya da ailesinde bu bozukluğa sahip birinin davranışlarını benimseyebilir. Kimi teorisyenler bilişsel süreçlerin bozukluğun oluşumunda etkisi olduğunu savunmaktadır, bireyin gerçekçi olmayan çeşitli inançlarının davranışı etkilediği düşünülmektedir. Psikodinamik yaklaşıma göre ise bu hastalığın sebebi bireyin hissettiği öfke ve düşmanca düşünceleri bastırması ile birlikte duyguların bedensel yakınmalara dönüşmesidir. Bireyin sahip olduğu saldırgan dürtüler çeşitli savunmalar kullanılarak, örneğin bastırma ve yer değiştirme, fiziksel bir semptom olarak dışavurur. Öte yandan bireyin sosyokültürel ve sosyoekonomik durumu hipokondriyazis geliştirmesini etkileyen faktörler arasındadır. Kültürel seviyesi düşük olan bireyler yüksek olan bireylere oranla daha ilkel semptomlar ortaya koymaktadır. […]
[…] Somatizasyon bozukluğu olan bireylerin psikiyatrik ve psikolojik değerlendirmeleri yapıldığında genellikle altta yatan stres unsurlarının olduğu gözlemlenir. Stres unsurlarının kişi tarafından fark edilememesi, görmezden gelinmesi ya da çözülememesi sonucunda kişide psikolojik sıkıntılar kendini somatik semptomlar olarak dışavurabilir. Yapılan çalışmalar, somatizasyon ile majör depresif bozukluk, anksiyete bozukluğu ve fobiler arasında yüksek oranda komorbidite bulmuştur. Somatizasyon, Freudyen psikanalitik teoriden kaynaklanan ve çeşitli psikodinamik teorilerle ilgili olmaya devam eden bir kavramdır. Somatizasyon bir ego savunması, bastırılmış duyguların sembolik bir iletişim biçimi olarak somatik semptomlara bilinçsizce yeniden kanalize edilmesi olarak açıklanır. […]
[…] ACT terapi sürecinde diğer bileşenlerdeki becerilerin geliştirilmesiyle “Değer Odaklı Davranışlarda Kararlılık” bileşenindeki davranışların oluşması amaçlanmaktadır. Terapi sonunda kişinin daha anlamlı bir yaşam yaratmak amacıyla istenmeyen duygu de düşüncelerinin kabulüyle ve değer yönelimli davranışlar sergilemesi beklenmektedir. […]
[…] Aktarım odaklı terapinin amacı danışanın patolojik yapılanmış nesne ilişkilerini seans sırasında yapılan canlandırmalar ve aktarımlarla birlikte değiştirmek ve dönüştürmektir. Terapist danışanın yeni nesne ilişkileri kurmasına nötral duruşu sayesinde yardımcı olur. Aktarım odaklı çalışan bir terapist serbest çağrışım sırasında danışanın konuştuklarına odaklandığı kadar danışanın bedensel tepkilerine, ses tonuna, vücut duruşunun gerginliğine veya rahatlığına da bakar ve analiz eder. Öte yandan duygu odaklı terapinin amacı danışanın o anki duygularının ifadesine ve farkındalığının oluşmasına destek vermektir. beşiktaş psikolog […]
[…] rağmen kendini yetersiz hisseder, motivasyonu düşer. Hayat onun için o kadar yoğundur ki, depresyon bile tam anlamıyla yaşanamaz. Maskeli depresyonun zorluklarından biri de budur. şişli […]
[…] Terapistinizin sunduğu kaynaklardan yararlanın. Birçok terapist, bir seans için bir araya gelemediğiniz zamanlarda size yardımcı olabilecek […]
[…] Kuramı Becerisinin gelişip gelişmediği anlamak için günlük hayat içerisinde çocuğun nasıl davranışlar sergilediğine bakarak bu konuda bir fikrimiz oluşabilir. En basit örnekten […]
[…] şeyi tahmin edebileceğinizden emin olsanız bile, genellikle yapamayacağınızı gösteriyor. Bu teori, insanların daha önce gördükleri bir şeyle benzerlikleri paylaşan bir sahneyle karşılaştıklarında aşinalık duyguları yaşama eğiliminde oldukları fikrine […]
[…] Kusurluluk/Utanç (Defectiveness/Shame): Bu kişiler kendilerini kötü, kusurlu, yetersiz, aşağı ve sevgiye değer olmayan biri olarak hissederler. Eleştiri ve suçlamalara karşı aşırı hassasiyet gösterirler. Kendilerine dair kusur olarak gördükleri şeylerle ilgili yoğun bir utanç hissederler ve davranışları o utanç hissi ile baş etmeye yönelik gelişir. Bu kusurlar başkaları tarafından bencil olarak nitelendirilen davranışlar, saldırgan ve cinsel dürtüler, beceriksizlik, fiziksel görünümün farklı olması olabilir.Örneğin, hasta bir annesi olan 10 yaşında bir çocuk arkadaşları ile dışarıya çıkıp oyun oynamak istediğinde annesinin ona bakmak yerine onu bırakıp oyun oynamayı istediği için bencil bir çocuk olduğunu söylemesi çocuğun utanç hissetmesine yol açacaktır. mecidiyeköy psikolog […]
[…] Kaçıngan/kısıtlayıcı yeme bozukluğu’nu bulimia, anorexia gibi diğer yeme bozukluklarından ayıran temel özellik, kişinin kilo alma korkusu yaşamamasıdır. Yani, temel mesele kişinin görüntüsü hakkında endişelenmesi, kilo verme arzusu, beden imajı kaygısı değildir. Rahatsızlığın sebepleri net olarak bilinememekle birlikte, duyusal hassasiyetler ve nörogelişimsel faktörlerin gelişiminde etkili olduğu düşünülüyor. Aynı zamanda boğulma, gıda zehirlenmesi gibi travmatik deneyimler KKYB semptomlarını tetikleyebiliyor. Kişinin gıdaya bağlı yaşadığı fiziksel belirtiler, kusma, mide problemleri de burada oldukça etkili. beşiktaş […]
[…] Bu yüzden bu nevrozda kişi kontrolün sürekli onda olduğu, sürekli onun diğerlerinin üstünde ve her konuda haklı olduğu, her şeye karşı geldiği ve romantik ilişkilerinde dahi başkalarını denetim altında tuttuğu ve onlara yön verdiği, kurallara takıntılı olduğu bir konumdadır. Kişi aslında kendi içinden gelen, üstbenlik tarafından kısıtlanan, toplumsal ahlaka uygun olmadığını düşündüğü çeşitli dürtü ve isteklerini kontrol altına tutmaya çalışırken bu kural koyucu ve kısıtlayıcı tavrı hayatındaki diğer insanlara karşı da göstermektedir. […]