İnsan şiddeti konusu, aynı zamanda psikoloji disiplininde de önemli bir konudur. Biyososyal teorisyenler yaptığı gibi, psikologlar, bireysel özelliklerin, şiddet içeren bir olay oluşturmak için sosyal çevre ile nasıl etkileşime girebileceğine odaklanır. Ancak, suçun biyolojik temeline odaklanmak yerine, psikologlar zihinsel süreçlerin şiddet için bireysel eğilimleri nasıl etkilediğine odaklanmaktadır. Psikologlar genellikle öğrenme, zeka ve kişilik ile saldırgan davranış arasındaki ilişkiyle ilgilenirler. Raporun bu bölümünde, şiddet davranışını açıklamaya çalışan bazı önemli psikolojik perspektifleri kısaca gözden geçiriyoruz. Bu bakış açıları psikodinamik bakış açısı, davranış teorisi, bilişsel kuram ve kişilik teorisini içerir.
Psikodinamik Perspektif
Psikodinamik bakış açısı büyük ölçüde Sigmund Freud’un çığır açan fikirlerine dayanmaktadır. Freud’un psikanaliz teorisinin ayrıntılı bir tartışması bu raporun kapsamı dışındadır. Freud’un, şiddet içeren davranışlar da dahil olmak üzere insan davranışlarının, bir kişinin aklında faaliyet gösteren “bilinçdışı” güçlerin ürünü olduğunu düşündüğünü belirtmek yeterlidir. Freud ayrıca erken çocukluk deneyimlerinin ergenlik ve yetişkin davranışları üzerinde derin bir etkisi olduğunu hissetmiştir. Freud, örneğin, çeşitli psikoseksüel gelişim aşamalarında ortaya çıkan çatışmaların, bir bireyin bir yetişkin olarak normal çalışma yeteneğini etkileyebileceğine inanıyordu (Bartol, 2002). Freud için, saldırganlık, normal bir çocukluk geçirmiş iyi düzenlenmiş insanlarda bastırılmış olan temel (idemlenmiş) bir insan dürtüsüdür. Ancak, saldırgan dürtü kontrol edilmezse, ya da olağandışı bir dereceye kadar bastırılmış, bazı saldırılar bilinçdışının “dışına sızabilir” ve bir kişi rastgele şiddet eylemlerine girebilir. Freud bunu “yerinden edilmiş saldırganlık” olarak adlandırdı (bkz. İngiltere, 2007; Bartol, 2002).
Freud’un kendisinin suç ya da şiddet hakkında çok fazla bir teori olmadığını not etmek ilginçtir. Suçluluk çalışmasıyla belki de yakından ilişkili olan psikanalist, Ağustos Aichorn’dur. Gününün sosyologlarının çoğunun aksine, Aichorn stresli sosyal ortamlara maruz kalmanın otomatik olarak suç veya şiddet üretmediğini düşünüyordu. Sonuçta, çoğu insan aşırı strese maruz kalıyor ve ciddi suçluluk türlerine girmiyor. Aichorn, stresin yalnızca gizli suçluluk olarak bilinen belirli bir zihinsel durumu olanlarda suç ürettiğini düşünmüştür. Aichorn’a göre gizli suçluluk, çocukluktaki sosyalleşmenin yetersizliğinden kaynaklanır ve kendini hemen tatmin etme (dürtüsellik), başkalarına karşı empati eksikliği ve suçluluk hissetme kabiliyetinde kendini gösterir (Aichorn, 1935).
Psikodinamik Perspektif
Aichorn’un ilk çalışmasından bu yana, psikanalistler, şiddetli suçluları dürtüsel, zevk arayan sürücülerini kontrol edemeyen “iddialı” kişiler olarak görmeye başladılar (Toch, 1979). Çoğunlukla çocukluk ihmali veya istismarından dolayı, şiddete eğilimli bireyler, geleneksel toplumda stresli koşullar ile baş edemeyen zayıf ya da zarar görmüş “egos” lardan muzdariptirler. Zayıf egoları olan gençlerin olgunlaşmamış oldukları ve kolayca sapkın akranlar tarafından suç ve şiddete sürüklendiği de ileri sürülmektedir (Andrews ve Bonta, 1994). En aşırı biçimlerinde, az gelişmiş egoslar (ya da süperegolar) “psikoz” a ve suç mağdurları için sempati hissetmemeye yol açabilir (bkz. DiNapoli, 2002; Seigel ve McCormick, 2006). Özetle, psikodinamik teoriler, şiddet uygulayan suçlunun dürtüsel olduğunu göstermektedir.
Psikanalitik bakış açısının en önemli eleştirisi, terapistlerin çok az sayıda hastayla yapılan görüşmelerin öznel yorumlarından elde edilen bilgilere dayanmasıdır (bkz. İngiltere, 2007). Başka bir deyişle, teori henüz kesin bilimsel doğrulamaya tabi tutulmamıştır. Bununla birlikte, temel psikodinamik ilkelerin kriminolojik düşüncenin sonraki gelişimi üzerinde büyük bir etkisi olduğunu vurgulamak önemlidir. Örneğin, diğer birçok şiddet teorisi, ailenin ve erken çocukluk deneyimlerinin önemini vurguladı. Benzer şekilde, bir dizi sosyolojik ve kriminolojik teori, şiddetli suçluların dürtüsel olduğunu ve başkaları için empati duymadığını vurgulamaktadır (aşağıdaki öz-denetim teorisine bakınız). Bu teorilerin çoğu, bu raporun gelecek bölümlerinde tartışılmaktadır.
Davranış Teorileri
Davranış teorisi, şiddet içeren davranışlar da dahil olmak üzere tüm insan davranışlarının, sosyal çevre ile etkileşim yoluyla öğrenildiğini savunmaktadır. Davranışçılar, insanların şiddetli bir eğilim ile doğmadıklarını iddia ediyorlar. Aksine, günlük deneyimlerinin sonucu olarak şiddetli düşünmeyi ve hareket etmeyi öğrenirler (Bandura, 1977). Davranışçı geleneğin savunucuları olan bu deneyimler, şiddet içeren davranışlar için ödüllendirilen dostları veya aileleri gözlemlemeyi veya hatta medyadaki şiddetin yüceltilmesini gözlemlemeyi içerebilir. Örneğin, aile yaşamı çalışmaları, saldırgan çocukların genellikle ebeveynlerinin şiddet davranışlarını modellediğini göstermektedir. Çalışmalar ayrıca, şiddet içeren topluluklarda yaşayan insanların komşularının saldırgan davranışlarını modellemeyi öğrendiklerini de bulmuştur (Bartol, 2002).
Davranış teorisyenleri, aşağıdaki dört faktörün şiddete neden olduğunu savunmaktadır: 1) Stresli bir olay ya da uyarıcı – bir tehdit, meydan okuma ya da saldırı gibi – uyarılmayı hızlandıran; 2) diğerlerini gözlemleyerek öğrenilen agresif beceri veya teknikler; 3) saldırganlık ya da şiddetin toplumsal olarak ödüllendirileceğine dair bir inanç (örneğin, hayal kırıklığını azaltma, kendine güvenini artırma, maddi mal sağlama ya da diğer insanların övgülerini kazanma); ve 4) belirli sosyal bağlamlarda şiddet eylemlerini düzenleyen bir değer sistemi. Bu dört ilkenin erken ampirik testleri umut vericiydi (Bartol, 2002). Sonuç olarak, davranış teorisi doğrudan sapma sosyal öğrenme teorilerinin (diferansiyel ilişki teorisi, alt kültür teorisi, nötrleşme teorisi, vb.) Gelişimine katkıda bulunmuştur. Bu teorilerSosyal Öğrenme ve Şiddet(aşağıya bakınız).
Bilişsel Gelişim ve Şiddet
Bilişsel kuramcılar, insanların sosyal çevrelerini nasıl algıladıklarına ve sorunları çözmeyi öğrenmeye odaklanır. Ahlaki ve entelektüel gelişim perspektifi, en çok suç ve şiddet araştırmasıyla ilişkili bilişsel kuramın dalıdır. Piaget (1932), insanların akıl yürütme yeteneklerinin düzenli ve mantıklı bir şekilde geliştiğini iddia eden ilk psikologlardan biriydi. Gelişimin ilk aşamasında (sensör-motor sahnesi) çocukların dikkatlerini ilginç nesneler üzerine odaklayarak ve motor becerilerini geliştirerek sosyal çevrelerine basit bir şekilde karşılık verdiğini savundu. Gelişimin son aşamasıyla (resmi operasyonlar aşaması), çocuklar karmaşık akıl yürütme ve soyut düşünce yeteneğine sahip yetişkin yetişkinler haline geldiler.
Bilişsel Gelişim ve Şiddet
Kohlberg (1969), ahlaki gelişme kavramını suç davranışının çalışmasına uygulamıştır. Bütün insanların altı farklı ahlaki gelişim aşamasından geçtiğini iddia etti. İlk aşamada insanlar sadece yasaya itaat ediyorlar çünkü cezadan korkuyorlar. Bununla birlikte, altıncı aşamada, insanlar kanuna itaat ettikleri için, zorunlu bir yükümlülüktür ve adalet, eşitlik ve başkalarına saygı ilkesine inanmaları nedeniyle. Kohlberg, araştırmasında, şiddet içeren gençlerin ahlaki gelişiminde, şiddet içermeyen gençlere göre daha düşük olduğunu tespit etmiştir (Kohlberg ve ark., 1973). Öncü çabalarından bu yana, çalışmalar sürekli olarak, yasaya uymayan kişilerin cezadan kaçınmak için tutarlı bir şekilde bulunduğunu bulmuşlardır. Kendi çıkarlarının dışında), diğerlerinin temel haklarını tanıyan ve onlara sempati duyan insanlardan daha şiddet eylemleri gerçekleştirme eğilimindedir. Diğer yandan, ahlaki akıl yürütmenin daha yüksek seviyeleri, özgecilik, cömertlik ve şiddet içermeyen eylemlerle ilişkilidir (Veneziano ve Veneziano, 1992). Özetle, kanıtların ağırlığı, daha düşük ahlaki akıl yürütme düzeyine sahip insanların, kendileriyle kaçıp gidebileceklerini düşündüklerinde suç ve şiddete karışacaklarını göstermektedir. Öte yandan, fırsat sunulduğunda bile, ahlaki akıl yürütme düzeyi yüksek olan insanlar, yanlış olduğunu düşündükleri için suç davranışından uzak duracaklardır. Özetle, kanıtların ağırlığı, daha düşük ahlaki akıl yürütme düzeyine sahip insanların, kendileriyle kaçıp gidebileceklerini düşündüklerinde suç ve şiddete karışacaklarını göstermektedir. Öte yandan, fırsat sunulduğunda bile, ahlaki akıl yürütme düzeyi yüksek olan insanlar, yanlış olduğunu düşündükleri için suç davranışından uzak duracaklardır. Özetle, kanıtların ağırlığı, daha düşük ahlaki akıl yürütme düzeyine sahip insanların, kendileriyle kaçıp gidebileceklerini düşündüklerinde suç ve şiddete karışacaklarını göstermektedir. Öte yandan, fırsat sunulduğunda bile, ahlaki akıl yürütme düzeyi yüksek olan insanlar, yanlış olduğunu düşündükleri için suç davranışından uzak duracaklardır.
Bilişsel Gelişim ve Şiddet
Şiddet araştırmacılarının dikkatini çeken bir başka bilişsel teori alanı bilgi işlemenin incelenmesini içermektedir. Psikolojik araştırmalar, insanların karar verdiklerinde bir dizi karmaşık düşünce sürecine girdiklerini göstermektedir. Öncelikle sundukları bilgileri veya uyaranları kodlar ve yorumlar, daha sonra uygun bir cevap veya uygun eylemi ararlar ve sonunda kararlarında hareket ederler (Dodge, 1986). Bilgi işlem teorisyenlerine göre, şiddet uygulayan kişiler kararlarını verdiklerinde yanlış bilgi kullanıyor olabilirler. Şiddet eğilimli gençlik, örneğin, insanları gerçekte olduğundan daha tehdit edici veya saldırgan görebilir. Bu, bazı gençlerin en küçük provokasyonda şiddete tepki göstermesine neden olabilir. Bu bakış açısına göre, agresif çocuklar, normal gençlerden daha ihtiyatlı ve şüphelidir – şiddet davranışlarına girme olasılıklarını büyük ölçüde artıran bir faktördür. Bu bakış açısıyla tutarlı olarak, araştırmalar başkalarına şiddet uygulayan saldırılar yapan bazı gençlerin, kendilerini tehdit düzeyini tamamen yanlış yorumladıklarında bile kendilerini savunduğuna inanmaktadır (Lochman, 1987). Yakın zamanda yapılan araştırmalar, erkek tecavüzcülerin genellikle kendi kurbanları için çok az sempati duyduklarını, ancak diğer cinsel suçluların kadın kurbanlarıyla empati kurduğunu göstermektedir. Bu bulgu, bilgi işlem sorunları nedeniyle bazı suçluların yaptıkları zararı başkalarına tanıyamadıklarını göstermektedir (Langton ve Marshall, 2001; Lipton ve diğerleri, 1987).
Kişilik ve Şiddet
Psikolojik “kişilik” kavramı, bir kişiyi diğerinden ayıran ahlaki davranış kalıpları, düşünceleri veya eylemler olarak tanımlanmıştır (bkz. Seigel ve McCormick, 2006: 180). Bazı erken kriminologlar, bazı kişilik türlerinin suç davranışına daha eğilimli olduğunu ileri sürdüler. Glueck (Glueck ve Glueck, 1950), örneğin, kendilik-öfke, meydan okuma, dışadönüklük, narsisizm ve şüphe gibi şiddetle ilişkili hissettikleri birtakım kişilik özelliklerini tanımladılar. Son zamanlarda, araştırmacılar, şiddet davranışlarını, düşmanlık, egoizm, öz-merkezlilik, kindarlık, kıskançlık ve başkalarına karşı empati eksikliği ya da ilgisizlik gibi özelliklerle ilişkilendirmiştir. Suçlular aynı zamanda hırs ve azimden yoksun oldukları, öfkelerini ve diğer dürtülerini kontrol etmekte zorlandıkları bulunmuştur.
Çok Faklı Kişilik Envanteri (MMPI) ve Çok Boyutlu Kişilik Anketi (MPQ), gençlerin kişilik özelliklerini değerlendirmek için sıklıkla kullanılmıştır. Bu ölçeklerin kullanımı, belirli kişilik özellikleri ile suç davranışları arasında tutarlı bir şekilde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki oluşturmuştur. Şiddete eğilimli ergenler, genellikle olumsuz duyguları olan sinir bozucu olaylara veya durumlara tepki verirler. Genellikle olumsuz sosyal koşullar karşısında stresli, endişeli ve huzursuz hissederler. Psikolojik testler ayrıca suçla etkilenen gençlerin aynı zamanda dürtüsel, paranoyak, saldırgan, düşmanca ve algılanan tehditlere karşı harekete geçmeleri için hızlı olduğunu göstermektedir (Avshalom ve ark., 1994).
Kişilik ve Şiddet
Kişilik-şiddet ilişkisinin nedensel yönü hakkında önemli tartışmalar vardır. Bir yandan, bazı akademisyenler, bazı kişilik özellikleri ve suç davranışları arasında doğrudan bir nedensel bağ olduğunu savundular. Bununla birlikte, diğerleri, kişilik özelliklerinin suç ve şiddete neden olan diğer faktörlerle etkileşime geçtiğini iddia etmektedir. Örneğin, meydan okuyan, dürtüsel gençlik genellikle çok daha az eğitim ve çalışma geçmişine sahiptir. Kötü eğitim ve istihdam tarihleri daha sonra ekonomik başarı için fırsatları engeller. Bu engellenen fırsatlar, sırasıyla, hayal kırıklığına, mahrumiyete ve nihayetinde suç faaliyetlerine yol açmaktadır (Miller ve Lynam, 2001).
Psikopati ve Şiddet
Araştırmalar, bazı ciddi şiddet suçlularının, yaygın olarak psikopati, sosyopati veya anti-sosyal kişilik bozukluğu olarak bilinen ciddi bir kişilik bozukluğuna sahip olabileceğini göstermektedir. Psikopatlar dürtüsel, düşük suçluluk düzeyine sahip ve sık sık başkalarının haklarını ihlal ediyor. Onlar, egoist, manipulatif, soğuk yürekli, kuvvetli ve şiddet eylemleri karşısında endişe veya pişmanlık hissetme yeteneğinden yoksun olarak tanımlanmışlardır. Psikopatların da eylemlerini kendileri için haklı gösterebilecekleri söylenir, böylece her zaman makul ve haklı görünürler.
Bu olumsuz kişilik özellikleri göz önünde bulundurulduğunda, yeni çalışmaların psikopatların normal popülasyona kıyasla şiddete karşı daha yatkın olduğunu göstermesi şaşırtıcı değildir. Dahası, araştırma kanıtları, psikopatların, diğerlerinin suç işledikten sonra uzun süre ceza davaları ile devam ettiklerini göstermektedir. Birleşik Devletler’deki tüm hapishanelerin yaklaşık yüzde 30’unun psikopat olduğu tahmin edilmektedir. Bununla birlikte, daha yakın tarihli projeksiyonlar, bu tahminin yüzde on’a daha yakın olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, psikopatlar özellikle kronik suçlular arasında aşırı temsil edilmektedir. Gerçekten de, kronik suçluların yüzde 80 kadarının psikopatik kişilik sergilediği tahmin edilmektedir. Özetle, araştırma psikopatların diğerlerine göre şiddet olasılığının daha yüksek olduğunu göstermektedir. Ancak, Uzmanlar ayrıca tüm psikopatların şiddet almadığını da vurguladı. Aslında, Kanada ve ABD’deki şiddet suçlarından hüküm giymiş kişilerin çoğunun psikopatik bir kişiliği yoktur (bkz. Edens ve ark., 2001; Lykken, 1996).
Psikopati ve Şiddet
Edens ve meslektaşları (2007) tarafından yapılan yakın zamanlı bir meta-analiz, çocuk felci verilerini psikopatoloji ile ilgili olarak özetlemektedir. Yazarlar, 1990 ve 2005 yılları arasında yayımlanan hem yayınlanmış hem de yayınlanmamış çalışmaları araştırmış ve kodlamıştır. İnceledikleri çalışmalar, Amerikan ve Kanada örnekleri arasında (İsveç’ten bir ek örnekle) eşit bölünme içerir. İddialı projelerinin sonuçları, psikopat için genç bir teşhisin yetişkinlikte gelecekteki şiddetin güçlü bir yordayıcısı olduğunu ortaya koymaktadır. Bulgular ayrıca, psikopatinin hem genel hem de şiddetli tekrarlayıcılıkla anlamlı bir şekilde ilişkili olduğunu, ancak sadece cinsel rekidivizmle zayıf ilişkili olduğunu göstermektedir. İlginç bir şekilde, veriler aynı zamanda psikopatinin daha ırkçı çeşitlilik gösteren örnekler arasında şiddetli bir suçlunun daha zayıf bir öngörücüsü olduğunu ortaya koymaktadır.
Psikologlar, bir dizi erken çocukluk faktörünün, psikopatik veya sosyopatik bir kişiliğin gelişimine katkıda bulunabileceğini düşünmektedir. Bu faktörler duygusal olarak dengesiz bir ebeveyne, ebeveyn reddine, çocuklukta aşk eksikliğine ve tutarsız disipline sahip olmayı içerir. Küçük çocuklar – hayatlarının ilk üç yılında – anneleri ile duygusal olarak bağ kurma imkânı olmayan, annelerinden ani bir ayrılma yaşarlar ya da anne figürlerindeki değişikliklerin özellikle psikopatik bir kişilik geliştirme riski yüksek olduğunu görürler.
Zeka ve Şiddet
Diğer bir büyük psikolojik araştırma alanı, istihbarat ve suç arasındaki olası ilişkiyi içerir. Erken 20 çalışan Suçbilimciler inci yüzyılda çoğunlukla istihbarat kuvvetle suç davranışı ile ilişkili olduğunu ileri sürdü. Düşündükleri zekaya sahip insanların, yüksek zekalı olanlara göre suç ve şiddete maruz kalma olasılıklarının daha yüksek olduğunu savundular. Bu hipotezin desteği, genel popülasyondan elde edilen IQ puanları ile ergenlerin IQ puanlarını doğrudan karşılaştıran çalışmalardan elde edilmiştir. Genel olarak, bu öncü çalışmalar suçluların IQ puanlarının normal kontrollerin IQ puanlarından anlamlı derecede düşük olduğunu bildirmiştir (Goddard, 1920; Healy ve Bronner, 1926).
Düşük istihbaratın suç ve suç oranına neden olduğu basit düşünceleri genellikle feci sonuçlara yol açmıştır. Örneğin, 1920’lerde Britanya Kolombiyası ve Alberta hükümetleri, düşük zekaya veya diğer olumsuz psikolojik özelliklere sahip olduğu düşünülen insanların sterilizasyonuna çağrıda bulunan “olumsuz öjeniler” yasalarını kabul etti. Önemli olan, ancak Katolik kilisesinin onaylanmaması için, bu tür sterilizasyon yasalarının hem Ontario hem de Quebec’te yürürlüğe girmesidir. 1970’lere kadar yürürlükte kalan bu yasalar uyarınca, Kanada’da 5.000’den fazla kişi sterilizasyon için onaylandı. Bu insanların çoğu keyfi olarak “zihinsel kusurlar” olarak teşhis edildi.
Doğa-Nurture Tartışması
IQ ve suç arasındaki bağlantının ilk çalışmalarının çoğu, aşırı derecede basit ve zayıf araştırma tasarımları nedeniyle asılsız olarak reddedilmiştir. Bununla birlikte, istihbarat ve şiddet arasındaki olası bir ilişki meselesi bu yüzyıla kadar devam etmiştir. Güncel tartışmaların çoğu, zekanın biyolojik olarak mı yoksa çevresel koşulların ürünü mi olduğu üzerine odaklanıyor. Doğa teorisi, zekanın genetik olarak belirlendiğini ve düşük IQ’nun doğrudan şiddet ve suç davranışına neden olduğunu savunur. Diğer taraftan, Nurture teorisyenleri, zekanın, özellikle çocukluk döneminde sosyal çevrenin kalitesiyle belirlendiğini ve genetik mirasın bir ürünü olmadığını savunuyorlar. İstihbarat, korur, büyük ölçüde ebeveynlik bağının kalitesi ile belirlenir, erken çocukluk döneminde entelektüel uyarımın düzeyi, yerel akran-grup ilişkilerinin doğası ve mahalle okullarının kalitesi. Bu nedenle, doğa kuramcıları, IQ puanlarının şiddetli suçlular arasında gerçekten daha düşük olması durumunda, bu durumun biyolojik ya da biyolojik farklılıklardaki farklılıkları değil, çevresel ya da kültürel arka planda farklılıkları yansıttığını savunmaktadır (Rogers ve ark., 2000).
Doğa teorisi, 1920’lerin sonlarında ve 1930’ların başında, yeni çalışmaların IQ-suç ilişkisinin başlangıçta beklenen kadar güçlü olmadığını belirlediği sırada saldırıya uğradı. Örneğin, Slawson (1926), adolesan suçluların sözel zeka testlerinden daha düşük puan almasına rağmen, sözel olmayan zeka ölçümleri konusunda normal puanları olduğunu bulmuşlardır. Bu sonuçlar IQ testlerinin kültürel olarak önyargılı olabilme olasılığını vurguladı. Benzer şekilde, modern kriminolojinin kurucu babalarından biri olan Edwin Sutherland, IQ puanlarındaki farklılıkları gözlemlemenin genellikle zekadaki gerçek farklılıklardan ziyade test yöntemleriyle ilgili problemlerden kaynaklandığını kanıtlamıştır (Sutherland, 1931). Sutherland tarafından verimsiz bir sorgulama hattı olarak kınandıktan sonra,
IQ-Şiddet Tartışmasının Yeniden Ortaya Çıkışı
1970’lerin sonlarında ortaya çıkan tartışmalı bir makalede, Travis Hirschi ve Michael Hindelang, istihbarat-suç ilişkisi hakkındaki mevcut verileri gözden geçirdiler ve IQ’nun, suç ve şiddetin diğer birçok demografik özellikten daha güçlü bir yordayıcısı olduğu sonucuna vardı – sosyal sınıf da dahil olmak üzere (bkz. Hirschi ve Hindelang, 1997). Bu makalenin ortaya çıkışından bu yana, IQ-şiddet ilişkisinin varlığını desteklemenin çok sayıda başka uluslararası çalışma ortaya çıkmıştır (Piquero, 2000; Lynam ve ark., 1993; Denno, 1985). Bununla birlikte, bu çalışmaların çoğu IQ-suç ilişkisinin oldukça zayıf olduğunu göstermektedir. Örneğin, Amerikan Psikoloji Derneği tarafından yapılan kapsamlı bir inceleme, istihbarat ve suç davranışı arasında sadece küçük bir ilişki buldu. Aksine, Çan Eğrisi’ndeJames ve Wilson ve Charles Murray (1994), araştırma kanıtlarının kapsamlı bir incelemesinden sonra, IQ ile suç arasında çok güçlü bir ilişki olduğunu ve düşük IQ’lu kişilerin suç işlemeye, yakalanmaya ve hapishaneye gönderilmek. Benzer şekilde, Piquero (2000) tarafından yapılan yeni bir çalışma, zeka testleri üzerindeki düşük puanların şiddet davranışının en güçlü belirleyicileri arasında olduğunu ve şiddet içeren ve şiddet içermeyen suçluları ayırt etmek için kullanılabileceğini bulmuştur.
IQ-Şiddet Tartışmasının Yeniden Ortaya Çıkışı
Bazı akademisyenler istihbarat ve suçluluk arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu iddia ederken, diğerleri sadece dolaylı bir ilişki olduğuna inanırlar. Bazıları, örneğin, düşük istihbaratın zayıf okul performansına yol açtığını savunuyor. Zayıf okul performansı, sırayla, doğrudan suç davranışına katkıda bulunur. Wilson ve Hernstein, bu tartışmayı “sınıftaki rekabette durmaktan kronik olarak kaybeden çocuğun şiddeti, hırsızlığı ve diğer hararetli yasadışılık biçimlerini dışarıda puanlamada haklı hissedebileceğini” söylediğinde özetlemektedir (Wilson ve Herstein, 1985: 148). Eleştirmenlerin yanı sıra okulda başarıya katkıda bulunan pek çok başka faktörün varlığını sürdürerek eleştirmenler bu duruma yanıt verdiler. Bu faktörler akademik başarı için aile desteğini içerir.
İstihbarat-suç ilişkisinin kesin doğası hakkındaki tartışma, çözülecek bir yer değildir. Çoğu uzman, örneğin IQ’nun ölçümünün son derece sorunlu olduğunu kabul eder. Dahası, IQ testlerinin hem kültürel olarak önyargılı hem de sınıf önyargılı olma olasılığı, önceki araştırmaların geçerliliğini büyük ölçüde zayıflatmaktadır. Son olarak, önceki araştırma sonuçlarını yüz değerinde kabul etsek bile, istihbarat temelli açıklamalar, suç davranışlarının ana kalıplarını açıklamaya başlayamaz. Örneğin IQ puanları, erkeklerin neden kadınlardan çok daha şiddetli olduğunu açıklamaya yaklaşmıyorlar. Benzer şekilde, insanlar yaşlandıkça daha zeki olmazlar. Dolayısıyla, IQ temelli teoriler çoğu suçlunun suç ve şiddetten artacağı gerçeğini açıklayamaz (bkz. Seigel ve McCormick, 2006).
Ruhsal Hastalık ve Şiddet
14 ülkeden ankete katılan 6.000’den fazla katılımcı hakkında yapılan yeni bir anket, yetişkin nüfusun yaklaşık yüzde 10’unun depresyondan şizofreniye kadar değişen bir tür akıl hastalığına maruz kaldığını ortaya koymuştur (Seigel ve McCormick, 2006). Akıl hastalığının oranları gençlerde daha da yüksek olabilir. Örneğin, bir çalışmada Ontario’da yaşayan beş çocuk ve ergenden birinin önemli bir akıl sağlığı bozukluğu yaşadığı bulunmuştur. 1Leschied (2007), uluslar arası araştırmanın da sıfır ila 16 yaş arasındaki çocukların yüzde 20’sinde ruhsal hastalık oranını belgelediğini belirtmektedir. Gençlerde en sık görülen bozukluklar arasında depresyon, madde kötüye kullanımı ve davranış bozukluğu bulunmaktadır (Osenblatt, 2001). Araştırma ayrıca akıl sağlığı sorunlarının gençleri şiddet içeren davranışlarda bulunma riski altına sokabileceğini göstermektedir. Örneğin, literatürün kapsamlı bir gözden geçirmesinden sonra, Monohan (2000: 112), “sosyal ve demografik faktörlerin istatistiksel olarak ne kadar dikkate alındığı” nı göz önünde bulundurduğuna göre, ruhsal bozukluk ile şans arasında ilişkiden daha büyük bir ilişki olduğu görülmektedir. şiddetli davranış. Ruhsal bozukluk, şiddetin ortaya çıkması için istatistiksel olarak anlamlı bir risk faktörüdür. ”
Ruhsal Hastalık ve Şiddet
Araştırmalar, gençlerde göreceli olarak yaygın bir bozukluk olan depresyonun saldırganlıkla ilişkili olabileceğini düşündürmektedir. Örneğin, yakın tarihli bir çalışma, duygusal bozuklukların hem evde hem de okulda saldırganlıkla ilişkili olduğunu belgelemiştir. Bu çalışma önemlidir çünkü diğer çalışmalar, depresyon ile hem mülk suçu hem de madde kullanımı arasında bir bağlantı bulmuşlardır, ancak şiddet içermemektedir (bkz. İngiltere, 2007). Ancak, bu çalışmanın yazarları sadece şiddetin değil, yalnızca küçük saldırganlık biçimlerine odaklandıklarını belirtmektedirler (Pliszka ve ark., 2000). İlginç bir şekilde, bazı çalışmalar, küçük depresyonun küçük suçluluk olasılığının artmasıyla ilişkiliyken, büyük bipolar depresyonun ciddi şiddet davranışıyla ilişkili olmadığını bulmuştur. Aslında, Majör depresyon, bir kimsenin niyeti oluşturmasına ve şiddetli bir şekilde hareket etmesine izin vermek için bir bozukluğu çok ciddiye alabilir (bkz. Modestin ve ark., 1997). Benzer şekilde, bazı uzmanlar, duygusal bozukluklardan muzdarip gençlerin kendilerini başkalarına karşı şiddetli bir şekilde davranmaktan daha fazla çekip kendilerine zarar verdiklerini öne sürmüşlerdir (Hillbrand, 1994).
Ruhsal Hastalık ve Şiddet
Ek araştırmalar, şizofreni dahil olmak üzere belirli akıl hastalıkları türlerinin diğerlerine göre şiddet içeren davranışlarla daha fazla ilişkili olduğunu göstermektedir (bkz. Lescheid, 2007). Örneğin, başkalarının onlara zarar vermeye çalıştığı paranoid sanrılarından muzdarip veya akıllarının dış güçler tarafından kontrol edildiğini düşünen insanlar, bu belirtilere sahip olmayanlara göre, öfke ve şiddet olaylarının periyodik bölümlerine karşı daha savunmasızdırlar. 1996, Berenbaun ve Fujita, 1994). Çalışmalar ayrıca, genç çocuk katillerinin 75’e kadarının psikopati ve şizofreni dahil olmak üzere bir tür akıl hastalığından muzdarip olduğunu ortaya koymuştur (Rosner, 1979; Sorrells, 1977). Başka bir çalışma da doğumdan 21. doğum gününe kadar 1000 İngilizce çocuğunu izledi ve örneklemin sadece yüzde 2’sinin akıl hastalığı için DSM-III tanı ölçütlerini karşıladığını buldu. Ancak,
Özetle, araştırma, zihinsel rahatsızlık veya hastalığın şiddet içeren davranışların kökeni veya altında yatan nedeni olabileceği fikri için geçici destek vermektedir. Bununla birlikte, bazı akademisyenlerin bu ilişkinin yanlış olabileceğini öne sürdüğünü belirtmek son derece önemlidir. Başka bir deyişle, şiddet içeren davranışlar üreten (ebeveyn ihmali, çocuk istismarı, şiddetli mağduriyet, ırkçılık, akran baskısı ve yoksulluk gibi) aynı sosyal koşullar da ruhsal hastalığa neden olabilir (şiddet ve akıl hastalığının eş zamanlılığı hakkındaki tartışmalar için bkz. Durant ve arkadaşları, 2007; Leischied, 2007). Çalışmalar ayrıca ağır ruhsal hastalığı olan kişilerin çoğunun ciddi şiddete ya da suçluluğa maruz kalmadığını da ortaya koymaktadır (Cirincione et al., 1991). Aynı zamanda toplumsal düzeyde de gözlemlemek ilginçtir.
Madde Bağımlılığı ve Şiddete İlişkin Bir Not
Madde bağımlılığı – alkolizm de dahil olmak üzere – şimdi ruhsal bir hastalık olarak kabul edilmiştir. Araştırma ayrıca madde bağımlılığı ve şiddet düzeyleri arasında güçlü bir pozitif ilişki olduğunu ortaya koymuştur. Örneğin, Kanadalıların 6.000’den fazla mahk surveym, birçoğu şiddet uygulayan suçluların yaptığı bir Düzeltmeler Kanada’sı, suçlarının yüzde 48’inin suçu olduğu sırada yasadışı uyuşturucu kullanmaya başvurduğunu tespit etmiştir (Seigel ve McCormick, 2006). Benzer bir şekilde, yakın tarihli bir ABD çalışmasında, şiddet suçlarından tutuklananların yüzde 80’inden fazlasının, yakalandıkları zaman yasadışı uyuşturucu için pozitif olduğu saptanmıştır (Feutcht, 1996). Dahası, hapishane mahkumlarının çok sayıda ulusal çaplı anketi, büyük çoğunluğun, onların suçu sırasında uyuşturucu ve / veya alkolün etkisi altında olduğunu ortaya koymaktadır (Innes, 1988).
Madde Bağımlılığı ve Şiddete İlişkin Bir Not
Alkol ve ilaçların şiddeti üç şekilde etkileyebileceği varsayılmaktadır. Her şeyden önce, alkol ve uyuşturucu, bilişi bozan ve daha sonra saldırgan davranış olasılığını artıran psikofarmakolojik etkiye sahip olabilir. Birçoğu, örneğin, madde kullanımının fizyolojik etkisinin, sosyal engellemeyi azaltmaya hizmet ettiğini ve böylece insanların şiddet içeren dürtüleri üzerinde hareket etmelerini veya serbest bırakmalarını sağladığını iddia etmiştir. Ancak diğerleri, bu “disinhibisyon etkisinin” kültürel olarak spesifik olduğunu iddia etmişlerdir. Antropologlar, örneğin, alkolün sosyal etkilerinin ülkeden ülkeye önemli ölçüde değiştiğini göstermiştir. Bazı ülkelerde alkol zehirlenmesi şiddete bağlıdır, diğerlerinde ise bu değildir. Alkol ve ilaçların etkisinin sosyal olarak tanımlanması mümkün mü? Bazı toplumlarda İnsanlar, zehirlenme ve şiddet arasında güçlü bir ilişki olduğuna inanabilirler. Eğer öyleyse, bazı insanlar alkol ve uyuşturucuları şiddet davranışları için bir bahane veya gerekçe olarak kullanabilirler. Çalışmalar, insanların şiddet içeren eylemlere karışan insanların daha affedici olduğunu ve şiddete maruz kalan insanların daha az affedildiklerini ileri sürmektedir (bkz. White, 2004).
Madde bağımlılığının şiddeti artırabilmesinin ikinci yolu, ekonomik ihtiyacı artırarakdır. Örneğin, birçok uyuşturucu bağımlısı, alışkanlıklarını desteklemek için yeterli para kazanmak için şiddet içeren suçlara (hırsızlık dahil) girer. Şiddet, uyuşturucu kaçakçıları arasındaki rekabetle de ilgilidir. Gerçekten de, herhangi bir kazançlı ilaç ticareti, pazarları (bölgeleri) kontrol etmek veya uyuşturucu borçlarının geri ödenmesini sağlamak için şiddete başvurmaya istekli acımasız kişileri ve çeteleri çekebilir. Uyuşturucu kaçakçıları, ayrıca, soygun için kendilerini hedef alan diğer yırtıcı suçluların dikkatini çekebilir çünkü büyük miktarlarda nakit (ve uyuşturucu) taşırlar ve mağduriyetlerini polise bildiremezler (Wortley ve Tanner, 2007).
Politika Etkileri
Son 100 yılda, şiddet konusundaki psikolojik perspektifler, suç kontrolü ve suç önleme politikası üzerinde önemli bir etkiye sahip olmuştur. Psikolojik ilkeleri istihdam eden birincil önleme programları, kişisel sorunları ve bozuklukları suç davranışına dönüşmeden önce tespit etmek ve tedavi etmek isteyen stratejileri içerir. Bu birincil önleme çabalarına dahil olan kuruluşlar arasında aile terapisi merkezleri, akıl sağlığı dernekleri, okul danışmanlığı programları ve madde bağımlılığı klinikleri bulunmaktadır. Okul yöneticileri, öğretmenler, sosyal hizmet uzmanları, gençlik mahkemeleri ve işverenler bu programlara sıklıkla başvururlar. Birçoğu, bu tür psikolojik hizmetlerin yaygınlaşmasının, toplumdaki şiddet suçlarının düzeyini eninde sonunda azaltacağını savunuyor (Seigel ve McCormick, 2006).
Politika Etkileri
Diğer yandan ikincil koruma çabaları, bir suç işlendikten sonra psikolojik tedavi sağlar ve suçlu ceza adalet sistemine dahil olmuştur. Bu programların çoğu sosyal öğrenme ilkelerine dayanmaktadır. Hakimler genellikle onları cezalandırma aşamasında tavsiye eder. Ayrıca, mahkumlar bir ıslah tesisine girdikten sonra, tedavi ihtiyaçlarını belirlemek için yoğun bir psikolojik değerlendirmeye tabi tutulacaklardır. Bu tür programlara katılım, ayrıca şartlı tahliye veya şartlı tahliye şartı da olabilir. Kanada’da popüler psikolojik temelli rehabilitasyon stratejilerinin örnekleri arasında madde kötüye kullanımı, seks suçlusu tedavisi, öfke yönetimi eğitimi ve bilişsel becerileri geliştirmek için tasarlanmış programlar yer almaktadır (Griffiths ve Cunningham, 2000). Geçtiğimiz birkaç on yılda, Rehabilite edici çabaların düzeltmelerdeki göreli etkinliğine ilişkin önemli tartışmalar ortaya çıkmıştır. Aslında, bazı eleştirmenler, kronik suçluların rehabilitasyonu ile ilgili olarak “hiçbir şeyin işe yaramadığını” savunmaktadır (Griffiths ve Cunningham, 2000). Bu konu, Gençlik Şiddeti Kökleri Gözden Geçirmesinin bir başka raporunda ayrıntılı bir tartışmaya konu olmaktadır.
Politika Etkileri
Özetle, suçun nedenselliğini ortaya koyan biyososyal teoriler gibi psikolojik teoriler, insanları şiddet içeren davranışlara yönlendirebilecek bireysel özelliklerin tanımlanması ve tedavi edilmesine odaklanmaktadır. Bu nedenle, psikolojik teorisyenler, şiddet davranışı üzerinde güçlü bir etkisi olabilecek yoksulluk, sosyal eşitsizlik, mahalle dağınıklığı ve ırkçılık dahil olmak üzere daha büyük sosyal güçleri göz ardı etmekle suçlandılar. Bununla birlikte, bu tür faktörler, suçla ilgili çok çeşitli sosyolojik ve kriminolojik perspektifler tarafından dikkate alınmıştır. Bu teorilerle ilgili tartışmamıza bu raporun bir sonraki bölümünde başlıyoruz.