savunma mekanizmaları

Savunma Mekanizmaları nedir?

Savunma Mekanizmaları nedir?  Ne işe Yarar

Hiçbirimiz acı çektiğimiz deneyimi tekrar yaşantılamak istemeyiz. Bunları tekrardan yaşantılamamak için bunları geçiştirecek yollar kullanırız: sevmiyorum onun için yapmadım, unuttum, o muhteşem birisi…insan fizyolojik olarak dengesi bozulduğunda nasıl yine dengeye gelmeye çalışıyorsa psikolojik olarakta bozulduğunda veya bozulma ihtimali olduğunda onu dengeye getirmeye çalışırız. Bunun için iki ilkeden bahsedebiliriz

  • Her organizma kendine en uygun bir denge içinde tutmaya eğilim gösterir.(homeostasis ilkesi)
  • Uyum dengesini bozacak herhangi bir etken, organizmada bir tehlike olarak algılanır ve bu tehlikeye karşı savunma düzenekleri kullanılır.

Savunma mekanizması nedir?

Freud danışanlarının acıdan kaçınmak veya daha az acı çekmek için kullanmış olduğu yol ve yöntemleri ifade etmek için meraklı olduğu bir askeriye terimini kullanmak istedi. Buna Savunma Mekanizması adını verdi. Öncelikle savunma mekanizmasını birkaç açıdan isabetsizce kullanıldığını söyleyebilirim. Genellikle olumsuzu söylemek, karşımızdakinin dediğimize karşı önyargısını dile getirmek yada  patolojiyi ifade etmek için kullanılır. Ancak savunma mekanizmaları psikoloji literatüründe bu anlama gelmez. Daha çok niçin kullanıldığı, nasıl kullanıldığı, hangi sıklıkta kullanıldığı önemlidir. Savunma mekanizmaları / savunma düzenekleri günlük yaşamda karşılaştığımız problemlerle baş edebilmek için uyum sağlayıcı yol ve yöntemlerimizdir.

Savunma mekanizmalarının iki tane temel amacı vardır. 1. Güçlü ve tehdit edici bir duygudan kaçınmak ve bunu denedim altına almak çoğu kez bu duygu kaygıdır bazen keder duygusu olabilir. 2. Özsaygıyı korumak veya sürdürmektir

Herkeste savunma düzenekleri vardır ve herkes savunma mekanizmalarını kullanır. Savunma mekanizmaları aslında bizim problemlerle baş etme şeklimizdir. Hepimizin başa çıkma tarzlarımızla bütünleşmiş savunma mekanizmaları vardır.

Hangi savunma düzeneklerini kullanacağımız genellikle 4 etkene bağlıdır. 1.Kişinin mizacının doğası 2.Kişinin çocukluk dönemindeki yaşanılan sıkıntıların doğası 3.Anne ve babamızın ve yakın çevremizin model olarak bize aktardıkları savunmalar 4.Kullanmış olduğumuz savunmaların sonuçları şeklinde özetleyebiliriz. Bunların kullanımını  ve seçimini bilinçdışı üstlenmiş durumda.

Kullanmış olduğumuz Savunma düzenekleri yapısı bakımından ilkel ve üst düzey savunma mekanizmaları olarak ikiye ayırabiliriz. ilkel savunma mekanizmaları gelişimin dil öncesi dönemine aittir. Bu dönemde gerçeklik ilkesi ve nesne sabitliğini gelişmemiş olmasıdır. /psikolog(online terapi)

Kişi deneyimlerini belirsizlik ve çift değerlilik olasılıklarına hiç yer vermeyecek şekilde tamamen iyi veya tamamen kötü kategorilerine ayırmaktadır. Bebeğin doygunluk halindeyken iyi anne engellendiğinde aynı annenin kötü anne olarak nitelendirilmesi hem engellendiğinde hem de doygunluk halinde aynı annenin olduğu gerçeğini kavrayabilecek olgunluğa gelememiştir. Çocuk bunu aşamadığında yetişkinlik yaşantısında aynı ilkel savunma şekillerini görebiliriz. Bir insanın tamamen iyi yada tamamen kötü olarak nitelendirebilir. İlkel savunma mekanizmaları bebeklik yaşantımızda dünyayı algılamak için kullandığımız yollarıdır. anne ve diğer asil figürlerin görevi bu ilkel savunma mekanizmalarını olgunlaştırmasına yardımcı olmaktır.
/psikolog(online terapi)

savunma mekanizmaları

Savunma Mekanizmaları nedir?

Bir patoloji göstersek de göstermesek de bu hepimizde savunma mekanizmaları var. Psikoloji dünyamızın bunun üzerine kurulu olduğunu söyleyebiliriz. Hepimiz bazı deneyimlerimizi inkâr ederiz bazen iki kısma böleriz. Yani hepimizde savunma mekanizmaları var. Ne zaman ki bu savunma mekanizmaları bizim daha olgun savunma mekanizmaları geliştirmemize engel oluyor ise bir sorun haline gelirler ve patolojinin habercisi olabilir. Önemli olan Savunma düzeneklerini daha uyumlu olması ve işlevsel olmasıdır.

/psikolog(online terapi)

Yalnız Olmak

Neden Yalnız Olmak İstiyorsunuz ve Neden bu neden Önemli?

Seçime göre yalnız olsanız bile, yalnız olmanın nedenleri önemlidir.

Yalnız vakit geçirmeyi seven insanlardan mısın? Eğer öyleyse, muhtemelen zaten sizi bunun için damgalayacak bazı insanlar olduğunu biliyorsunuzdur. Yalnız olduğunuzu düşünüyorlar çünkü diğer insanların etrafında endişeli ve insanlarla çok olumlu ilişkilerin yok ve Seni yalnız ve depresyonda olduğunu varsayıyorlar.

Bu, çok uzun zamandır yalnız zaman geçirmenin en önemli hikayesiydi. Son zamanlarda, bilim adamları yalnızlığın değerini giderek daha fazla kabul ediyor ve belgeliyorlar. Yalnız vakit geçirmenin, yaratıcılık , içgörü, kendini geliştirme, gevşeme ve maneviyat için iyi olabileceğine inanıyorlar .

Yalnız Olmak ve Nedenleri

Yalnız zamanın iyi bir deneyim mi yoksa dolu bir deneyim mi olduğunun en önemli belirleyicilerinden biri, yalnız olmayı seçip seçmemenizdir. İstediğin şey bu ise yalnız zaman harcamak, o zaman muhtemelen psikolojik olarak sağlıklı bir deneyim olacaktır. Bunun yerine evde yalnızsanız umutsuz hissediyorsanız gerçekten başka insanlarla birlikte olmak istiyorsanız, bu psikolojik bir probleme işaret edebilir.

Bu ayrım kadar önemli olduğu gibi, bazı araştırmacılar bunun yeterli olmadığına inanmaktadır. Yalnız kalmayı tercih eden insanlar bile, farklı nedenlerden dolayı bunu yapabilirler. Yalnız kalmanın bazı nedenleri psikolojik sağlığın göstergesi olabilirken, diğerleri sorun yaratmada daha muhtemeldir.

Yalnız Olmanın Farklı Sebepleri

Yalnızca zaman geçirmek için olumlu (kendinden motive edici) sebeplerin örnekleri:

  • Sessizliğin tadını çıkarıyorum.
  • Beni gerçekten ilgilendiren faaliyetlerde bulunabilirim.
  • Gizliliğe değer veriyorum.
  • Duygularımla iletişimde kalmamı sağlıyor.
  • Yalnız olmak, maneviyatımla iletişim kurmama yardımcı oluyor.

Yalnız vakit geçirmek için olumsuz (dışsal motivasyona sahip) nedenlerin örnekleri:

  • Başkalarıyla beraberken endişeli hissediyorum.
  • Başkalarıyla birlikteyken kendimi beğenmiş hissetmiyorum.
  • Başkalarının yanında kendim olamam.
  • Başkalarıyla beraberken söylediğim veya yaptığım şeyden pişmanım.

Yalnız olmanın olumsuz nedenlerinin gerçekten acı verici deneyimlerle mi yoksa algılanan yetersizliklerle mi ilişkili ? : acı deneyim ve yetersizlikle ilgili olanlar:

  • Yanlızlık
  • Depresyon
  • Sosyal anksiyete

Olumlu deneyimlerin ölçütleri de dahil edildi. uygulanan anket aşağıdaki nedenleri içeriyordu

  • Kişisel gelişim
  • Kendini kabul etme
  • Diğerleriyle olumlu ilişkiler
  • Kimlik
  • Özerklik
  • Ustalık
  • Amaç .

Olumlu nedenlerden dolayı yalnız olan insanlar, neredeyse tamamen olumlu ya da tarafsız olan bir profile sahipler.

Genel olarak, hem ergenler hem de genç yetişkinler için, olumlu sebeplerden ötürü yalnız zaman harcamak, esasen yalnızlık ile ilgisi yok. Genç yetişkinler için, olumlu sebeplerden ötürü sadece zaman geçirmek, aynı zamanda sosyal kaygı veya depresyon ile ilgisi yoktur

Genç yetişkinler için, olumlu sebeplerden ötürü sadece zaman geçirmek bazı sağlıklı psikolojik deneyimlerle bağlantılı.

Olumsuz nedenlerden dolayı yalnız kalan insanlar daha endişe verici bir profile sahip:

olumsuz nedenlerden dolayı yalnız olanların depresyon yaşama olasılığı daha yüksek. Bu kişiler daha endişeli gibi görünüyorlar

Olumsuz nedenlerden dolayı yalnız kalanların, diğer olumlu deneyimlere sahip olma ihtimalleri düşük. Diğer insanlarla pozitif ilişki kurmaları veya kim olmak istedikleri konusunda net bir fikirleri olma ihtimalleri çok daha düşük.

Yalnız olma durumu bizim tercihimiz mi yoksa kaçış mı bu psikoterapi savunma mekanizmaları incelenerek anlaşılabilir

BİLİNÇDIŞININ ARKETİPLERİ

BİLİNÇDIŞININ ARKETİPLERİ

a).Persona

Toplumun onayını almak amacıyla insanın dış dünyaya karşı taktığı maske olarak ifade edilebilir . Birden fazla olabilir . İnsanın olduğunu sanıp da olmadığı şeydir ya da başkalarının onun olduğunu sandığı şeydir denilebilir.

Bireyler çoğunlukla personalarıyla yaşamda anlam bulmaya çalışıp, bir süre sonra bundan         sıkılarak yaşamlarının anlamsızlaşmasından yakınırlar. Eğer  dışta sergilediği roller ile kişiliği uyuşmazsa kendilerini kısıtlanmış ve rahatsız hissederler.

b) Anima ve Animus

İnsanlar her iki cinsiyet özelliklerine sahiptirler. Erkeğin dişi arketipi animadır. Kadının erkek arketipi animustur. Aşırı erkeksi özellik gösteren erkeklerde anima bilinçdışı kalır ve gelişemez. Aşırı kadınsı özellikler gösteren bayanlarda ise animus bilinçdışında kalır ve gelişmez Bu durumda bilinçdışını zayıf ve etkisiz kılar..Böyle tipler çoğu kez zayıf ve bağımlıdır. Her erkek ve kadın doğuştan sahip olduğu kadın imgesine göre kendine eş seçer. Erkekte anima ilk annede, kızlarda animus ilk babada yansır. Erkek ve kadınlar bu imajlar yolu ile birbirini anlayabilirler. Jung erkekteki bu kolektif kadın imajının bir yandan saf, asil, tanrıçalara benzeyen yönü; diğer yandan hayat kadını, baştan çıkarıcı ve cadı nitelikleri olan  iki yönünün olduğunu ifade ediyor. Bu iki yön kadının aydınlık ve karanlık yönlerini temsil ediyor. Bir erkek kendi kadınsı özünü bastırırsa bu kişide kadının karanlık yönü ortaya çıkıyor.              

Kadında olan erkek imajı kaynağını 3 kökten alır.

-Kolektif erkek imajı

-Erkeklerle yaşadığı deneyimler

-Her kadında erkeksi köken

Erkekteki  anima arketipinin 3 kaynağı var:

-Erkeğe miras kalan kolektif imaj

-Erkeklerin kadınlarla ilgili kişisel yaşam deneyimleri

-Her erkeğin içinde bir kadınsı köken

Animus birçok erkeğin özelliğinin birleştirilmesiyle  oluşturuluyor. Bunun nedeni; kadının hep ikinci sınıf olması, kadına daha çok güçsüz, yetersiz özellikler atfedildiği için güçlü kişilerle özdeşim kurma isteği yatıyor.

c).Gölge

İçimizde engellediğimiz her şeyi yapmak isteyen, olamadığımız, yapamadığımız her şey olan bir varlıktır. Arketiplerin en alt kısmında, en derinde yer alan bölümüdür. Psişenin en karanlık ve derin yönüdür .İlkel, dürtüsel, hayvansı yanımızın ortaya çıkmasıdır. Kişiliği bütünleştirir. Orta yaşlara gelindiğinde ortaya çıkar. Çünkü ancak bu yaşlarda kişilik tam olarak gelişmiş ve bireyselleşmiştir. Bu da ancak insanın kendisine ilişkin her şeyi bilinçlendirmesi ile gerçekleşir. Eğer ego ben arketipinin çağlarına uymaz ve bilinçdışı içeriğin ben’e ulaşmasına izin vermezse kişi kendini tanıyamaz. Kendini tanımadan kendini gerçekleştirme meydana gelemez. Gölge reddedilirse, kişi gölgesini diğer insanlara yansıtır.

d). Self (benlik)

Merkez arketiptir .Diğer arketipleri düzenleyip örgütleyerek kişilik bütünlüğünü sağlar.Diğer bütün sistemler onun etrafında sıralanırlar. Benliğin işlevleri kişiliği geleceğe güdülemektir

Tüm insanlar sonunda entegre olmuş tutarlı, bir benlik yapısı oluşturma eğilimi taşırlar. Bu bütünlük sağlanırsa birey kendini gerçekleştirmiş olur. Benliğin tam anlamıyla gelişebilmesi, belirli bir yaşam aralığını gerektirir. Bu genellikle orta yaş civarındadır. Benliğin gelişimi geleceğe yönelik planlar, amaçlar, benlik gerçekleştirme için hedefleri kapsar. Her kişinin yaşamının temel amacı benliği gerçekleştirmektir. Şimdiye kadar yapamadıklarını yapabilme dürtüsüdür.

Analitik Psikoterapide / Jung Ekolünde Danışma Yöntem ve Teknikler

Analitik Psikoterapide / Jung Ekolünde Danışma Yöntem ve Teknikler

Rüya Analizi: Jung’a göre  rüyalar ne geleneksel Freudcu görüşteki gibi gizli, gerçekleştirilmemiş istekleri gösterir, ne de standart sembollere göre yorumlanabilir. Rüyaların getirdiği perspektif tek taraflı ego uyanımını telafi eder.

Rüya yorumu kişinin daha çok dikkatini vermesi ve bilinçli bir olay kadar ciddiye alınması gerekebilen bazı şeylerin yorumudur. Rüyalar istek ve korkuları yansıtır; kişinin baskıladığı ya da dile getirmesi imkansız olan  duyguları anlatır.

Jung’a göre rüyalar bilinçdışı isteklerin gerçekleştirilmesini sağlayan bir araç olmaktan çok bunların ifadelerini bize fark ettiren, gerçeklerini ortaya koyan bir özelliktir.

Bu sayede dürtülerimiz sergilenebilir. Ona göre rüyalar kişiliğin içindeki zıt kutupları dengeleme gibi bir fonksiyonu da vardı

Analitik bir psikoterapist, rüyanın hastanın bilinçli davranışlarıyla ilgili oynadığı rolü arar. Aynı zamanda bir rüyanın hastanın kendi davranış ve karakterinden ne açığa çıkardığı da araştırılır.

Tekrar eden rüyalar, gölge materyalini içeren rüyalar, terapi ve danışman hakkında görülen rüyalar tedavi için özellikle faydalıdır. Özellikle erken çocukluktan beri tekrar eden rüyalar, sorun bileşkelerini ve baskılanmış travmatik olayları gösterir.

Danışman, danışma ortamı hakkında görülen rüyalar danışanın farkında olamadığı ya da korktuğu transferans hislerine götürür.

Beden Terapisi: Jung aktif vücut hareketleri ve dans sayesinde hastaları cesaretlendirmiştir. Jung büyük bir aynada insanların kendi duruşlarını daha iyi anlayabileceklerini söyler.

Sanat Terapisi: Terapi esnasında insanlar boyayarak ve cisimleri oyarak bilinçdışındaki olayları ifade ederler, bunlar yüzeye gelir. Bu  terapi duygularının farkında olmayanlarda karşılaştıkları zorlukları mantıklarını kullanarak  başa çıkmalarına  yarayan bir terapidir.

Kum Tepsisi Terapisi: Kum tepsisi Jung’un kendi terapisinden esinlenerek oluşturduğu bir terapi çeşididir. Üçgen bir kutu kumla doldurulur. Bu kutu kişinin şekil verebileceği minyatür bir dünya haline getirilir. Kum tepsisinin kullanımı aktif imgelemenin diğer biçimlerine benzer bir şekilde bilinç dışına bir köprü oluşturur.

 Bu süreç boyunca kişinin kendi karakteriyle ilgili geliştiremediği bileşenler çözülebilir.

Transferans Yorumu: Freud’un yaklaşımındaki transferans kavramı ve tekniği Jung tarafından da kullanılmıştır. Fakat Jung danışanın farkındalığın oluşumu için transferans açıklamasının yeterli olmadığını danışmanın danışanla birlikte bir arkadaş gibi içtenlikle acıların paylaşılması gerektiğini belirtmiştir.

Kelime çağrışımı: Yine Freud’un kuramındaki serbest çağrışıma benzemekle birlikte bazı kelimelerin çağrışımları üzerine kurulu bir tekniktir.

Yalnızlık

Takıntılı sevgili olmak / takıntılı sevgili bulmak

Takıntılı Sevgili Olmak / Neden Takıntılı Sevgili Oluruz?

Takıntılı olmak nedir?

Takıntılı olmak, bir partnere olağanın dışında focuslanma durumudur. Yani karşı tarafın reddedişlerine rağmen vazgeçememe durumudur. Bu esnada ilişkiler için kendine koymuş olduğu kurallara uyamamasıdır / uymakta zorluk çekmesidir.Takıntılı sevgili olmak / takıntılı sevgili bulmak

Takıntılı sevgili olmak / takıntılı sevgili bulmak

Neden takıntılı oluruz ?

-Onu gördüm vurulsun

-Tam istediğim birisi olduğunu en başından anladım

– Sadece onu istiyorum

– En başında o peşimden koştu sonra zamanla ben onun peşinde koştum

-Aslında o kadar da istemilecek bir tarafı yok. Ama ben ona baglandım.

Bu cümleler ilişkide bir partnere takıntılı olan kişilere ait bazı ifadeler. Bu ifadleri incelediğimizde iki temel gruba ayırabiliriz: Birincisi en basindan beri hayran olmak zamanla artması, ikincisi daha sonra başlaması ve zamanla artması. Her ikisinde de ortak olan bir bağlanma sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Erken çocukluk dönemlerinde yaşadığı bağlanma ve ilişki kurma problemleri daha sonraki dönemlerde insanlarla ilişki ve bağlanma sorunu yaşamaktadır. İlişkilerde kaygılı, iç içe geçme ve bağımlı olma eğilimi göstermektedir.

Bir partnere takıntılı olmanın ikinci bir nedeni onu reddeden partnerin / kişinin daha değerli ve yeterli olduğu şeklindeki duygusudur. Bunun nedeni kişinin temelde değerli hissedememesidir. Kısaca ‘birisi beni reddediyorsa o benden daha iyi, daha kıymetli’ şeklinde ki duygu ve inançtır.

Başka ilişkiler yürütmesine rağmen hala o partneri zihninden atmakta zorlanmaktadır.

Takıntılı olmanın üçüncü nedeni bağımlı olma ve terkedilme edilme korkusudur. Kişi ilişkide kendisi olamamaktadır. Çünkü istediği gibi davranırsa terk edilecek kaygısı yaşamaktadır. Terk edilmemek için kişinin kendisini feda etmesi söz konusudur. İlişkide kendini feda eden bireyler ilişkide aslında gerçek kendiliklerini aktive edemedikleri için partneri tarafından bu sahtelikleri hissedilir ve partneri ilişkiden tatmin olamadığı için ilişkiden uzaklaşır. Yani korktuğu şey korkulanı yaratır.

Ne yapmalıyım

Öncelikle kendi dinamiklerimizi tanımak tüm ilişkilerde bizi ileriye götürecek olan adım olacaktır. Genellikle karşılaştığımız kişiler kendilerini yeterince tanıdıklarını söylüyorlar. Ancak genellikle kendilerine biçtikleri ideal bir kişiliği tarif etmektedirler. Gerçek kendiligimizi tanımak bizi kendimizden beklentilerimizi de daha sağlıklı davranmamızı sağlayacaktır. Kendimizi gerçekçi tanımamız kendimizden beklentilerimizi düzenlediğimiz gibi beklentilerimiz gerçekleşmediğinde yada olası bir reddilmede hayal kırıklığımızıda düzenler. İlişkide takıntılı olmamak veya takıntılı olma durumu döngüsüne girmemenin en önemli noktası ilişkide aşırı fedakar olmamaktır. Yani kendimiz olmaktır. Herhangi bir kaygı ve korku nedeni ile kendimiz olmaktan vazgeçmemektir. İkincisi ise reddilmenin bizim değerliliğimiz ile ilgili ilgisi çok düşük bir ihtimaldir.

Bu durum duygusal düzeyde yaşandığı için uzman bir psikolog veya psikoterapistten destek almanızda fayda var. Bu konu destek alacağınız psikoloğun dinamik terapi gestalt yada şema terapi ile çalışıyor olması sizin için faydalı olabilir.

Jung’a Rüyalar ve Yorumları

Jung’a Rüyalar  ve Yorumları

Bir rüya bilinçli davranışa belirleyici bir öğe olarak yerleştirilmesi gereken bir gerçekliktir ve bu yüzden gerekli ciddiyetle ele alınmalıdır.

     Rüyaların anlaşılmasında;

  • Rüyanın tüm kapsamının belirlenmeli: rüyalar yorumlanırken eğer kapsamları tam olarak belirlenmezse doğru ipuçları elde etmek zor olabilir.
  • Rüyalardaki simgelerin, rüya sahibi için ne anlam ifade ettiği doğru tespit edilmelidir. Burada önemli olan bireyin gördüğü simgelere bireyin yüklediği anlam önemlidir. Çünkü herkesin bir simgeye yüklediği anlam farklılaşabilir. Burada Freud’un rüya yorumlama biçimine aslında bir eleştiri de bulunmaktadır. Örneğin bir puro bazen sadece bir purodur. Diyerek  libido kuramını eleştirmektedir.
  • Bir rüya yerine, bir dizi rüya yorumlanmalıdır. Çünkü bilinçdışının sergilediği konu daha açık duruma gelir. Yinelemeler ile belirli imajlar vurgulanır ve yorumlamadaki yanlışlar bir sonraki yanlışlar bir sonra ki rüya aracılığı ile düzeltilebilir. Bir rüyayı tek başına yorumlamak bazen bizi yanıltabilen bulgulara götürebilir. Onun için bir rüya yerine bir dizi rüya yorumlanmalıdır. Burada ortak yada benzer olan bulgular bizi probleme yakınlaştırmakta daha fazla rol alabilir.

Jung’un rüyaları ele alış biçimi serbest ilişki yönteminden farklıdır. Jung’ a göre serbest ilişki komplekslerin ortaya çıkartılmasında yararlı olur. Fakat rüyalar ile ilgili olan komplekslerin ortaya çıkartılmasında etkili bir yöntem değildir.

Rüyalar nesnel yada öznel bir düzeyde yorumlanabilirler. Nesnel düzeyde rüyanın çevrede olup bitenler ile ilişkisi kurulur. Rüyada görünen insanlar gerçek olarak alınır. Ve onların rüya sahibiyle ilişkileri ve olası etkileri analiz edilir. Öznel düzey de ise rüyadaki figürlerin rüya sahibinin kişiliğin belirli yönlerini temsil ettikleri kabul edilir.

Kolektif rüya ile kişisel rüya arasında kesin bir çizgi koymak zordur. Kişisel rüya; bireysel bilinçdışından türeyen ve rüya sahibinin yaşantısının kişisel yönleri ile ilgili olan rüyadır. Kolektif rüya ise kolektif bilinçdışından arketipleri ortaya koyacak ve rüya sahibi için olduğu kadar başkaları için de önemli olan rüyalardır. Örneğin Hz. Yusuf (as)ın  yorumladığı firavun rüyası  gibi.

                Anlamları bakımından 3 tip düşden söz edilir:

                1- Bilinçli duruma ilişkin düşler (yakın geçmişteki bazı olaylarla ilgili)

                2- Kişisel bilinçdışının doğurduğu düşler

                3-Kollektif bilinçdışının doğurduğu düşler (gelecekten haber verebilir ya da akıl hastalarında görülür) : bu konuda hz. Yusuf (as)ın yorumladığı firavun rüyası  örnek verilebilir. Kralların  rüyası eski insanlar için tanrı tarafından verilen mesaj gibi algılanırdı. Klise hala bu olasılığa yer vermektedir; ama karar mekanizmasını kendi elinde bulundurmak şartı ile.Kolektif rüya için gerekli açıklama üst tarafta yapılmıştır.

Aynı zaman da rüyalar ters yönden de çalışabilir. Örneğin birisini eğer küçük görmeyi huy edinmişsek onu pohpohlayan bir rüya görebiliriz.

Rüyalar bazen gizli istekleride dile getirebilirler. Aç olan birinin kendini mükemmel hazırlanmış bir sofrada yemek yerken görebilir.

Jung’a Psikoterapi

Jung’a Psikoterapi

 Jung’a göre  Nevroz;

Nevroz kendi kendine acı çeken kişinin yaşantısına ve sık sıkta sağlığına karışmış özel bir çeşit ruhsal tedirginliktir. Jung’ a göre nevroz; iki eğilim arasındaki çatışmadan kaynaklanır. Bu iki eğilim biri bilinçle dile getirilir, diğeri bilinçten     ayrılmış, bağımsız fakat bilinçdışı sayılan bir kompleks olarak dile getirilir. Bu kompleks daha önce bilince ait olmuş olabilir yada olmayabilir.

Birey, kendisinin en derinlerindeki doğal yönlerinin farkına vararak doğası ile bütünleşmiş bir benliğe ulaşabilir. Böylelikle kendisinin yaratmadığı bir dünyada huzur içinde yaşayabilir. Bunu başaramayanlar ise nevrozların ve hastalıkların içinde kıvranırlar.

Jung’a göre nevrozun bütünüyle olumsuz bir şey olarak görmez ve eğer anlaşılabilirse yeni gelişme olasılıklarının onun içinde ipuçlarından çıkarılarak sağlanabilir.

İnsanın doğasında cinsellik ve kendini kanıtlamadan daha önemli dürtüler olduğu görüşünü savunur. Ve  yaşamın ikinci yarısında kültürel yada ruhsal dürtülerin ilk ikisinden daha önemli olduğunu düşünür.

Konuşma ve bellek tutuklukları, bellek yitimi, isteri krizleri körlük nedeni açıkça belirlenemeyen hastalıklar(baş ağrıları, ateş v.b)nın kökenin de nevroz vardır. Bundan dolayı günah çıkartma analitik tedavide birincil önem sahiptir.

Tedavinin  Amacı;

  • kişinin kişisel ve kolektif  bilinçdışı materyallerinin farkına varmasına yardımcı olmaktır.
  • Kendi içlerindeki zıt kutupları uzlaştırmalarına yardımcı olmak
  • Benliğin boyutlarını tanımak ve ifadelerine izin vermek
  • Danışmanın amacı danışanın içindeki kullanılamayan olanakların kullanılması, gerçekten onun nasıl bir insan olduğunu saptanması ve bunlara uygun bir biçimde yaşamayı öğrenmesidir.

Tedavinin amacı hastanın içindeki kullanılmayan olanakların araştırılması gerçekten onun nasıl bir insan olduğu saptanması  ve bunlara uygun bir biçimde yaşamayı öğrenmesidir.(ilk madde). Bu yüzden  analizci hastanın gelişmesi gereken yolun ne olduğu üzerine önceden düşünülmüş fikirleri bir yana bırakmalıdır. Ağırlık tedavide değil analizci ve hasta arasındaki ilişkidedir. Çünkü ikisi de yanıtı bilmemekte ve sonucu kestirememektedir.

Danışman – Danışan İlişkisi

  • Danışma süreci iki insan arasındaki ilişkiye dayanır.
  • Danışman danışana kendi görüşlerini kabul için zorlayamaz.
  • Danışan, yaşam yolunu kendi başına bulabilecektir (biz sadece ona yardımcı oluruz)
  • Danışman,danışan gibi ilk önce analizden geçmiş olması gerekir kendi gölgesini tanımış olması gerekir.

Terapist kendi duygu  ve yaşantılarını hatta rüyalarını anlatabilir, şakalaşabilir ve önerilerde bulunabilir. İlişki bağlı olunan kuramdan ziyade her iki kişinin kişilikleriyle belirlenir. Terapist tedaviyi hastaya göre ayarlamalıdır.

Transferans, açıklama ile çözümlenemez. Analizci ile birlikte yaşanılması gereken bir olaydır.

Junga Göre Din VE Bireyleşme

DİN VE BİREYLEŞME

   DİN:

İnsanlardaki, kendi tanımlamasıyla, doğal dinsel işlevdir. İnsanın ruh sağlığı ve kararlılığı içgüdülerin olduğu kadar bu doğal dinsel işlevinde uygun bir biçimde ifade edilmesine bağlıdır.

Kolektif bilinçdışının, arketiplerini incelediğimizde insanın bir dinsel işleve sahip olduğunu ve bu işlevin kendi doğrultusun da insanı cinsellik ve saldırganlık içgüdüleri kadar güçlü bir şekilde etkilediğini saptarız. Arketiplerin bilinçli olarak dile getirilmesi dinin temel bir özelliğidir. Tümüyle akılcı olan hiçbir sistem bunu başaramaz ve bu nedenle dinsel gerçekler hep paradoksal niteliktedirler. Eğer din paradokslardan kaçınmaya çalışırsa yalnızca kendini zayıflatmış olur

İnsan da bir tanrı imajı vardır ve İnsan içindeki bu tanrı imajını yaşamaya ihtiyacı vardır. Eğer bu gerçekleşmezse karakterinde bir çatlak olur. Dıştan uygar olarak görünebilir; Ancak içinde kendisini yöneten ilkel bir tanrı vardır ve kendisi bir barbardır. Dıştaki tanrı imajı ile içerideki imajın uyumu psikolojik kültür eksikliğinden dolayı gelişmemiştir ve bu nedenle tanrı tanımazlığın içine sıkışıp kalmıştır

Peki, gereksinimlerin dinde doyurucu bir karşılığını bulamayanlar için ne gibi  bir çözüm yolu vardır? İşte jung bunu tanımlamak içinde bireyleşmeyi kullandı.

BİREYLEŞME :

Kişiliğin göz ardı edilmiş yönleriyle uzlaşmaya varmak demektir. Bilinç ve bilinçdışından herhangi biri öteki tarafından baskı altına alınır ve yaralanırsa ikisinin bir bütünlük oluşturma olanağı ortadan kalkar.

Bütün olmuş bir insan bir bireydir fakat bireysel değildir. Bireysel olmak sık sık başkasına karşı farklı davranışlar geliştiren yada bencil biçim de davrananlar için kullanılan ego merkezli olmak demektir. Bireyselleşmeyi sağlamış kişi ise kendi özgün kişiliğinin farkında olmasıyla ve bilinçdışını kabullenişi ile tüm canlılarla hatta inorganik madde ve evren ile olan kardeşliğini gerçekleştirmiştir. Hiçbir insan bütün değildir. Bütünün bir bölümüdür. Örneğin bir toprak parçası denize sürüklenirse Avrupa kıtası eksilmiş demektir.

Toplumlumuz  bilimsel bilgi ve teknik beceri üzerine kurulmuştur ve bunu elde etmek için İnsanlar kaçınılmaz olarak tek yönlü gelişmeye zorlanırlar. Bilince bağlı zihinlerini geliştirirler ve sezgici özlerini bastırırlar.

Aynı yolculukta yolculuğa çıkan kişinin  önce kendi “gölge” siyle tanışması bu  ürkütücü veya güçlü yönüyle birlikte yaşamayı öğrenmesi gereklidir. Karşıtlıkların uyuşumu olmazsa bütünleşme  sağlanamaz.

Bu önemli süreçlerin riskleri de vardır. Bu konuda ki en önemli risk  arketiplerin büyüleyici etkisine boyun eğme tehlikesidir

Analitik Psikolojiye(Jung) göre psikolojik Tipler

Analitik Psikolojiye(Jung) göre psikolojik Tipler

Psikolojik tipleri açıklamadan önce dışadönük ve içe dönük kavramlarını açıklamakta yarar var. Öncelikle   saf içe dönük veya dışa dönük yapısına ender rastlanır .

İçedönük Tip: Dış dünyanın uyaranlarını reddeden kendi içine dönmüş tiptir. Libido içe akar. İç gereksinimler etkendir. Nesnelere ve insanlara karşı güvensizdirler. Sosyal değildirler. Harekete geçmek yerine düşünmeyi tercih ederler

Dışadönük Tip: Gereksinim duyduğu dış dünyaya yönelmiş ve uyaranlarını çevresinden alan tiptir. Bu tipler daha çok dış faktörler tarafından harekete geçirilirler Sosyal tiplerdir. Yabancısı olduğu çevrelerde de güvenlidirler. Çevreleri ile iyi geçinirler. Zaman zaman çevreleri ile ters düşseler bile çevrelerine bağlıdırlar. Çünkü bu tipler bir kenara çekilmek yerine tartışmayı, ağız kavgasını tercih ederler.

Saf  içe dönük veya dışa dönük yapısına ender rastlanır. Genelde bu özelliklerden(içedönük-dışadönük) biri daha baskındır.

İçedönük ve dışadönük olmak üzere kişiliğin iki temel tutumu vardır. Bunlar bilincin merkezidir. Düşünme, duyuş, hissetme ve sezgi egonun fonksiyonlarıdır. Kendimizi ve dış dünyayı algılamamızı sağlatır.

1.DÜŞÜNME

       1.1 Düşünen Dışa Dönük: Nesnel düşünceler ön plandadır. Enerjisini öğrenmeye ve dış dünyayla ilgili bilgi toplamaya harcar. Duygusal yönleri baskın değildir. (Bilim adamları)

      1.2 Düşünen İçe Dönük: Tip: Aşırı durumlarda kişinin kendine yönelik araştırmaları sırasında gerçeklik hissi kopabilir. Kendini duygularından korumak için onları bilinçaltına itmiştir. İnsanlar onu pek ilgilendirmez. İnatçı ve gururludurlar.

2.HİSSETME

       2.1.Hisseden Dışa Dönük

 Tip: Duygular düşüncelere egemendir. Duygusal tepkileri oynak ve değişkendir. Düşünce işlevleri iyi gelişmemiştir. Sevgileri kolayca nefrete dönüşebilir.

      2.2.   Hisseden İçe Dönük

Duygularını dış dünyadan saklayan, ilişki kurması güç insanlardır. Melankolik olmalarına karşın dışarıdan kendine yeten kişi izlenimi de verebilirler. Derin ve yoğun duyguları nedeniyle zaman zaman patlamalar yaşayabilirler.

3.DUYUŞ-DUYUMSAMA

         3.1. Dışa Dönük Duyuşsal

Daha çok erkeklerde rastlanır. Akılcı değildir. Gerçekçi pratik, aklına koyduğunu yapan kişilerdir. Dış dünyayla ilgilenir ama bunun ne anlama geldiği üzerine düşünmez, neşelidir, eğlenceye ve zevke düşkündür. Cinsel sapkınlıklar, madde kullanımı gibi bozukluklar, tehlikeli sporlar yapma sık görülür.

       3.2. İçe Dönük Duyuşsal

İnsanlardan kopuk, tüm ilgisi kendi duyumlarına yönelmiş, duygu ve düşünceleri kısır kişilerdir. Gerçekte olmayan şeyleri görür ve duyarlar. Çağdaş sanatçıların böyle olduğu söylenir.

4.SEZGİ

      4.1.Sezgisel Dışa Dönük

                Karar ve davranışlarına sezgiler rehberlik eder. Bilinen şeylerden, adet ve örflerden hoşlanmaz, fikirden fikre atlarlar. Oynak ve tutarsız bir yapıya sahiptir. Yenilikleri izlemeye çalışırlar ancak uzun süre konsantre olamazlar. Bunun nedeni düşüncedeki kısırlıktan ötürü sezgilerine göre davranmalarıdır.

      4.2  Sezgisel İçe Dönük

Genellikle çözülmesi güç bir tip gibi algılanır. Kendisine göreyse değeri anlaşılmamış bir dahidir. Dış gerçeklikle ilişkisi olmadığından insanlarla iletişim kurmakta zorlanırlar.. Anlamını bilmediği imgeler dünyasında yaşar ancak imgelere ilgisi de sürekli olmadığından bir sonuca ulaşamaz. Kolektif bilinçdışıyla aşırı ilgili, mistik, eksantrik tiplerdir. Hayaller, kehanet rüyaları görürler. Hayallerine inanan bir grup insan bulup, tarikatlar yaratan insanlar bu gruptandır. (örn: satanistler).

Carl Gustav Jung hayatı (1875-1961)

Carl Gustav Jung  hayatı (1875-1961)

  • 1875 İsviçre’nin Kesswill köyünde doğdu
  • Babası papaz ve annesi ev hanımı
  • Annesi evlilik sorunları nedeniyle geçirdiği bunalım sonucu hastaneye kaldırılınca bir süre yaşlı bir kadın baktı
  • Yalnız, içedönük bir çocuk
  • 11 yaşında köy okulundan ayrılıp Basel kentinde okumaya başladı
  • Din, matematik, beden eğitimi derslerini sevmiyor, hastalığı nedeniyle bir süre okula gitmiyor
  • 16 yaşından sonra kişiliği değişip, atılgan ve konuşkan biri oldu ve arkadaş edinmeye başladı fakat bir süre sonra yine içine kapandı
  • Liseden sonra tıp eğitimine başladı
  • Rüyalar, hayaller ve parapsikolojiyle ilgileniyor, ruh çağırma seanslarına katılıyor
  • Psikiyatri alanında uzmanlaşmaya karar verdi
  • 1905’te Zürih Üniversitesinde ders vermeye ve psikiyatri kliniğinde uzman hekim olarak çalışmaya başladı
  • Freud’un yazılarını takip ediyordu ve onun savlarını deneysel olarak kanıtlamaya çalıştı
  • 1907’de Freud’la onun Viyana’ya daveti sonucu tanıştı
  • Yapılan davet üzerine ABD Clark Üniversitesine birlikte gittiler
  • 1912 Bilinçdışının Psikolojisi adlı eseri yayınlayarak Freud’un teorilerini eleştirdi
  • 1913-1914 Freud ve psikanalizle ilişkisini kesti
  • 3 yıl kararsızlık dönemi yaşadı-içine kapandı, kendi hayal ve rüyalarını inceledi
  • Psikolojik Tipler’i yazdı
  • 1948’de Zürih’te Jung Enstitüsü kuruldu
  • 1961’de öldü