Cinsel Tiksinti Bozukluğu nedir?

[fruitful_tabs type=”vertical” width=”100%” fit=”false”] [fruitful_tab title=”TANIMI VE TARİHSEL KÖKENLERİ”]

Cinsel Tiksinti Bozukluğu nedir?

Bu bozuklukta kadın cinsel ilişki kurmaktan tiksinti duyacak kadar rahatsız olur, çoğunlukla birlikte, cinsel
ilişki kurmamak için gerekçeler bulmak, baş ağrısı, karın ağrısı çekmek gibi cinsel ilişkiden kaçınma
davranışları bulunur.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”DSM ÖLÇÜTLERİ”]

CinselTiksinti BozukluğuDSM-IV Ölçütleri
A. Sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, bir cinsel eş ile genital cinsel ilişki kurmaktan
aşırı tiksintiduymave bundan tümüyle (yadahementümüyle) kaçınma.
B. Bubozukluk belirgin bir sıkıntıya yada kişiler arası ilişkilerde zorluklara neden olur.
C. Bu cinsel işlev bozukluğu, başka bir Eksen I bozukluğuyla daha iyi açıklanamaz (başka bir
Cinsel İşlev Bozukluğu dışında). [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”TİPLERİ/ÇEŞİTLERİ”] Tab 1 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”SIKLIK VE YAYGINLIK”]

sıklık ve yaygınlık

Kadında cinsel tiksinti bozukluğu diğer cinsel işlev bozukluklarına göre daha az görülür.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”BELİRTİLERİ VE NEDENLERİ”]

Nedenleri

Cinsel istek bozukluğuna neden olan tüm etkenler aynı zamanda cinsel tiksinti bozukluğuna da neden
olabilirler. Cinsel tiksinti bozukluğunda söz konusu etkenler genellikle daha şiddetlidir ayrıca cinsel taciz
ve travmalara daha sık rastlanır.
Cinsel tiksinti bozukluğunda rol alabilen etkenleri, cinsel istek bozukluğuna neden olabilen etkenlere ek
olarak şöyle sıralayabiliriz
Cinsel korkular
Cinsel travmalar.
Cinsel kimlik ve yönelim sorunları.
Ağır kişilik sorunları.
Cinsel fobiler.
Eş reddi.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”AYIRICI TANI VE EKTANILAR”]

Ayrıcı tanı

-Ayırıcı tanıda dikkat edilmesi gereken noktaların başında azalmış cinsel istek bozukluğu gelmektedir.

-Cinsel etkinlikten kaçınma davranışları; cinsel fobiler, obsesyonlar, panik bozukluk, posttravmatik stres bozukluğu bulunanlar ile daha önce myokard infarktüsü, serebrovasküler olaylar ya da hipertansiyon atakları yaşayanlarda da görülmektedir.

-Bu nedenle, cinsel tiksinti bozukluğu, bazen cinsel fobiler, obsesyonlar ve hatta panik atak ile karıştırılabilir.

-Ayrıntılı öykü ve değerlendirmenin önemi burada bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

-Cinselliğe karşı olumsuz anne baba tutumları, çocuğun cinsel ilgi ve düşüncelerine karşı yeterli duygusal desteğin sağlanamaması, cezalandırıcı ve engelleyici tutum, cinsel kötü davranılma olabilir.

-Tedavide cinsel organlar dışında duyarlı nokta egzersizleri, cinsel paniğe karşı sistematik duyarsızlaştırma yapılmalıdır (elle tutuşma ile başlanıp cinsel temas sona bırakılabilir).

-Fobik yanıt çıkınca egzersiz durdurularak anksiyetenin azalması sağlanır.

-Tedavisi zordur.

Cinsel tiksinti bozukluğuna hangi tür psikiyatrik ve psikolojik hastalıklar eşlik edebilir?
Cinsel tiksinti problemine bazı psikiyatrik sorun ve hastalıklar da eşlik edebilmektedir. Bunlar:
 Obsessif Kompulsif Bozukluk (OKB, titizlik hastalığı veya takıntı- saplantı hastalığı olarak da halk arasında bilinmektedir )
 Anksiyete bozuklukları
 Fobi bozuklukları (korkular)
 Post travmatik stres bozukluğu (Travma sonrası stres bozukluğu)

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”TEDAVİ”]

TEDAVİ

Cinsel istek bozukluğu tedavisi nasıldır?
Cinsel istek bozukluğunda kişiye cinselliği öğreten ve sevdiren bir çeşit cinsel terapi uygulanır. Bu tür cinsel tedaviler “davranışsal- bilişsel cinsel terapiler” olarak geçmektedir. Uygulanan yöntem“sistematik duyarsızlaştırma (sistematik desensitizasyon)” olarak geçer.

Bu şekilde cinsel tiksinti bozukluğu tedavisinde öncelikle cinsellikle ilgili yanlış, eksik ve ön yargılı bilgileri düzeltmek için öncelikle bir cinsel bilgiler verilmektedir.

Daha sonra bir takım cinsel egzersizler ve ev ödevleri ile kişinin cinsel hayata adaptasyonu için çalışmalar yapılır. Bunlar kendi vücudunu ve cinsel organları tanıma, masaj, pelvik taban kas egzersizleri (kegel egzersizleri) ve daha sonra erkek cinsel organlarına adaptasyon çalışmalarıdır.

Tüm cinsel sorunlar gibi hastayla doğru iletişim, güven ortamının sağlanması, bir takım ev ödevleri, erkek eşin desteğinin sağlanması ve kooperasyon bu tür cinsel terapilerde anahtar rol oynamaktadır.

İleri düzey olgularda hipnoz tedavisi (hipnoterapi) ve psikodinamik yaklaşımlar yarar sağlamaktadır.

VAKANIN TEDAVİSİ

  1. Oturum: Çiftle birlikte ve tek tek görüşme yapıldıktan sonra cinsel anatomi ve fizyoloji ile ilgili ayrıntılı bilgiler verildi. Görüşme sırasında hasta veya eşinin cinsel anatomi ve fizyoloji ile ilgili soru­ları yanıtlandı. Cinselliğe karşı tutumları anlaşıl­maya, önyargı ve kalıp düşünceleri uygun bil­gilendirmelerle aşılmaya çalışıldı. Tedavi anlaşması sözel kontrat olarak yapıldı. Tedavinin genel çerçevesi konuşuldu. Sistematik duyarsızlaşmanın nasıl uygulanacağı, bu yöntemin olası etki düzenek­leri anlatıldı. Eş son derece katılımcı ve uyumluydu. Daha sonra hasta ve eşine erotik masaj çizimleri olan bir kitaptan (Dr Andrew Stanway 1989, The

Art of Sensual Loving: A New Approach to Sexual Relationships) bazı resimler gösterilerek rahatsız olup olmadığı soruldu. Hasta çizimlerden beğendiklerini gösterdi. Daha sonra çifte 1 hafta süreyle yapmaları için dokunma egzersizleri, hafta­da en az 3 kez yapılmak üzere verildi ve cinsel ilişkiye girmeleri yasaklandı. Dokunma egzersizleri el-kol, ayak-bacak ve yüz-boyun bölgesiyle sınırlı tutuldu. Bu bölgeler hastanın dokunmayla ilgili kaygılarının olmadığını bildirdiği bölgelerdi. Hastaya sadece kendisini rahat hissettiği noktaya kadar dokunma ve dokunulma özgürlüğü olduğu söylendi ve bu alanların dışına kesinlikle çıkılma- ması gerektiği anlatıldı. Dokunma alanları has­tadan alınan geribildirimler doğrultusunda belir­lendi. Başka bir deyişle üst sınırı terapist alt sınırı hasta belirleyecek şekilde yönlendirme yapıldı. Bacakların iç tarafı ve koltukaltı bölgesi, cinsel organlara ve göğüslere yakınlıkları nedeniyle ve bu bölgelere olan erken uyarımların hastanın kaçınma davranışını şiddetlendirilebileceği düşünüldüğün­den dokunma alanının dışında tutuldu. Ayrıca Bayan T’ye ayna ile cinsel organlarına bakma, kendi kendini uyarma ödevi de verildi ve yapılan­ları yazarak bir sonraki oturuma getirmesi istendi.

  1. Oturum: Çift son derece rahat görünüyordu. Ödevlerini yaptıklarını ifade ettiler. Bayan T’nin notları şu şekildeydi:

12.12.05: “Eşim elimden omzuma kadar çok rahat dokunabildi. Dirseğime kadar farklı bir şey his­setmedim, omuzuma çıktıkça daha hoş şeyler his­settim. Ben de eşimin elinden omuzuna kadar dokunabildim. Çok farklı duygular hissetmedim. Onun bana dokunması daha hoştu.”

“İlk defa organımı gördüm ve hiç beğenmedim. Dokunmam çok zor oldu. Resimde gördükleri­mizin hepsini gördüm. Mastürbasyon sonucu olumsuz.” “Mastürbasyon sonucu olumsuz” ifadesini açması istendiğinde hasta kendine dokun­makta zorlandığını, dokunduktan sonra da zevk almadığını ve dokunmayı fazla sürdüremediğini ifade etti.

15.12.05: “Önce eşim benim ayak ve bacağıma dokundu. Sıcaklıktan başka bir şey hissetmedim. Üst baldırlar biraz daha iyiydi. Daha sonra ben dokundum. Üst iç baldırlara dokunmakta zor­landım. Farklı hisler olmadı.” “Organımı ikinci kez gördüğümde daha rahattım. Yani biraz alışmışım. Rahat dokunabildim. Bir önceki kadar çirkin gelmedi. Mastürbasyon başarısız.”

18.12.05: “Birbirimizin yüzüne ve boynuna dokun­duk. Kol ve bacaklara göre daha güzeldi.”

Bayan T’ye cinsel organlar dışında kalan bütün vücut bölgelerine eşiyle karşılıklı dokunma alıştır­malarına geçip geçemeyeceği sorulduğunda kabul etti. Ayna ve kendi kendine dokunma alıştır­malarını sürdürmesi önerildi. Cinsel ilişki yasağının sürdüğü anımsatıldı.

3.oturum: Çift son derece mutluydu. “Bu kadar kolay olabileceğini hiç düşünmedik. Keşke daha önce bu yöntemi bilseydik Kendi kendimizi tedavi edebilirdik” diyorlardı. Kendilerini tutamayıp cin­sel ilişkiye girdiklerini ve bundan çok hoşnut olduk­larını belirttiler. Evlilikleri boyunca ilk kez böyle bir duygu yaşadıklarını, birbirlerine bedensel ve ruhsal olarak çok yakınlaştıklarını ifade ettiler. Bayan T’ye meniden rahatsız olup olmadığı sorul­duğunda artık böyle bir yakınması olmadığını dile getirdi. Notları şu şekildeydi:

19.12.05: “Önce ben eşime dokundum. Ona hiç bu kadar rahat dokunduğumu hatırlamıyorum. Cinsel bölgeleri hariç her yerine dokundum. Göğüs ve bacaklarının iç kısmına dokunmak daha çok hoşu­ma gitti. Eşim bana dokunduğunda daha mutlu oldum. Her tarafıma dokunabildi ve sonuçta orgazm olduk.”

22.12.05: “Organıma hiç rahatsızlık duymadan bak­tım ve dokundum. Mastürbasyon sonucu orgazm oldum.”

24.12.05: “Eşimin ve benim dokunmamdan hiç etkilenmedim. Çünkü konsantre olamadım.

Bir önceki gibi organımı görmekten rahatsız olmuyorum. Rahatım ve orgazm oldum.”

25.12.05: “Dokunuşlar yine çok güzeldi. Eşime dokunmaktan çok onun bana dokunması hoşuma gidiyor. Dokunmalar yarım kaldı. Çünkü orgazm olduk.”

Bu oturumda uygulanan GRCDÖ ham toplam puan 35, dönüştürülmüş toplam puan 4 olarak bulundu. Alt ölçeklerden alınan dönüştürülmüş puanlar 5 puanın altındaydı. İlk ölçek puanlarıyla kıyaslandığında çok belirgin düzelme olduğu görülüyordu.

Son oturumdan 2 ve 6 ay sonra yapılan telefon görüşmelerinde ilişkinin sorunsuz olarak sürdüğü ifade edildi. (8.2.06 ve 12.6.06). Bayan T kolaylıkla orgazm olduğunu, cinsel isteğinin arttığını ve ilişki sırasında daha önceleri olan ağrı yakınmasının da ortadan kalktığını bildirdi. Çift iyi olduklarını ve uygun zamanları olmadığını ifade ederek kliniğe tekrar başvurmadığı için kontrol ölçeği uygulana­madı. Ancak telefon görüşmelerinden edinilen izlenim iyilik halinin sürdüğü yönündeydi. Telefon görüşmeleri sırasında çiftten kimlikleri gizli tutul­mak kaydıyla eğitim ve araştırma amacıyla hastalık ve tedavi süreciyle ilgili bilgilerin kullanılması için sözlü olarak onay alındı.

Tedavide temel olarak hasta, giderek artan oranlar­da kaçınılan ve kaygı uyandıran cinsel durumlara in vivo olarak maruz bırakılmıştır. Amaç Bayan T’nin rasyonel olmayan cinsel korkularının, yani dokun­ma ve dokunulma korkusunun giderek söndürülmesidir. Bu süreçte hastanın sakin ve destekleyici koşullarda, haz almaya odaklan­masının önemi vurgulanmıştır. Masters ve Johnson tarafından geliştirilen duyumlara odaklanma (sen- sate focus) alıştırmaları cinsel fobi ve kaçınma davranışını en iyi tedavi eden yöntem olarak kabul edildiğinden terapide bu alıştırmalar ev ödevi olarak verilmiştir. Bu alıştırmalar orijinal olarak performans anksiyetesini azaltmak için tasarlanmış olmakla birlikte cinsel korku ve tiksinmeyi söndürmek için de ideal bir çerçeve sağlarlar. CTDB tedavisinde üç aşamalı olarak uygulanması önerilmektedir (Kaplan 1987). Birinci aşamada çifte erotik olmayan, sistematik olarak adım adım arttırılan dokunma ödevleri verilir. Çiftin çıplak olması önerilir, cinsel birleşme ve orgazm yasak­lanır. Dokunmaların anksiyete uyandırmadığı ve haz alınmaya başlandığı noktada duyumlara odak­lanma alıştırmalarının ikinci aşamasına geçilir. İkinci aşamada, birinci aşamada yapılanlara ek olarak cinsel organları uyarma alıştırmaları vardır. Orgazm yine yasaktır. Dokunmaların yumuşak ve okşayıcı tarzda olması önemlidir. Orgazma yol aça­bilecek ritmik ve kuvvetli uyarılar önerilmez. Bu aşamada, cinsel uyarımla ortaya çıkan haz verici duyumlar ve duygular söndürme sürecinin güçlü pekiştiricileridir. Hastanın kendisinin ve eşinin cin­sel organlarına karşı duyduğu korku ve kaçınmayı da azaltır. Hastanın eşiyle karşılıklı olarak cinsel organlara dokunma konusunda korkularının azalıp duyarsızlaştığı ve eşin varlığında cinsel olarak uyarılmaya başladığı noktada, vajinal giriş olmadan orgazm (extravaginal orgasm) olmanın denendiği üçüncü aşamaya geçilir. Bu aşamada hastadan eşinin yanında orgazm oluncaya kadar mastürbas­yon yapması istenir. Hasta mastürbasyonla ilgili aşırı katı ve olumsuz tutumlara sahip ise bu aşama atlanıp eşlerin karşılıklı olarak birbirlerine mastür­basyon yapmaları önerilebilir. Vajina dışında sağlanan orgazm partnerle olan yakınlık düzeyini, partnere güven duymayı arttırır ve iletişimi kolay­laştırır. Bayan T ve eşine birinci aşama alıştırmaları ilk oturumda çok sınırlı bir alanı içerecek şekilde verilmiştir. Örneğin, Bayan T sadece eline dokunulmasına izin veriyor olsaydı dokunma alanı elle sınırlı kalacaktı. Dokunmaların anksiyete uyandırmadığı ve haz alınmaya başlandığı noktada dokunma sınırları genişleyecekti. Burada özetlenen klasik yaklaşımdan farklı olarak, Bayan T’ye eşiyle sınırlı dokunma alıştırmaları yaparken kendini uyarma ve bu şekilde orgazm olabilme ödevi de verildi. Bu yaklaşım, ilk görüşmede yapılan ayrıntılı bilgilendirme ve destekleyici tutum, çiftin yüksek motivasyonu ile birleşince tedavi çok hızlı iler­lemiştir. Kısa zamanda ilk ödevlerini başarıyla yapan çifte, duyumlara odaklanma alıştırmalarının birinci aşamasını tamamlamak üzere cinsel organ­lar dışında kalan bütün vücut bölgelerine eşiyle karşılıklı dokunma alıştırmaları ödev olarak veril­miştir. Bu deneyimler cinsel ilişki ve orgazm sırasında yaşanılması olası kontrol kaybı ile ilgili korkulara duyarsızlaşmayı da sağlamış ve çift yıl­lardır ulaşamadıkları bir cinsel uyarılma düzeyine ulaşmıştır. Sonuçta hala süren orgazm ve cinsel bir­leşme yasağına kendilerini tutamadıkları gerekçe­siyle uymamışlardır. Anksiyete ve kaçınmanın tamamen kaybolmasından sonra orgazmı amaçla­madan kısmi vajinal girişe ve daha sonra da tam vajinal girişe izin verilerek tamamlanması plan­lanan duyarsızlaştırma süreci de kendiliğinden sona ermiştir Böylece ikinci ve üçüncü aşama iç içe geçmiş olarak yapılmış ve sonuç başarılı olmuştur.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”VAKA/OLGU ÖRNEĞİ”]

OLGU ÖRNEĞİ

Bayan T, 24 yaşında, lise mezunu, ev kadını, 2 yaşında bir oğlu var. 4 yıl önce görücü usülüyle tanışıp severek, isteyerek evlenmiş. Görüşmeye 30 yaşında ve öğretmen olan eşiyle birlikte geldi.

Bayan T’nin evlendiğinden beri eşine dokunmak istememe, kendisine dokunulmasından rahatsız olma yakınmaları vardı. Meninin pis bir şey olduğunu düşünüyor ve rahatsız oluyordu. Çift bugüne değin hiç çıplak olarak sevişmediklerini ifade ettiler. Son iki yıldır her ikisinde de giderek artan cinsel isteksizlik yakınması da vardı. Çift ikin­ci bir çocuk sahibi olmayı planladıklarını ve artık “normal cinsel ilişki” istediklerini söylüyordu.

Sevişmeden cinsel ilişkiye giriyorlardı ve bunu da sadece çocuk istediklerinde yapmışlardı. Hamile kalmak için bir ay boyunca sevişmeden cinsel ilişkiye girmişler ve bu ilişki denemelerinde Bayan T hep ağrı duymuştu.

2 yıldır nadiren cinsel ilişkileri oluyordu. Bayan T sadece adet döneminde cinsel istek duyduğunu ve bu dönemde giyinik olarak üst pozisyonda eşine sürtünerek orgazm olabildiğini söyledi. Bunun dışında cinsellikleri haftada ortalama 2-3 kez eşin Bayan T’yi çıplakken seyrederek mastürbasyon yapması şeklinde tanımlanıyordu ve çift kesinlikle birbirine dokunmuyordu.

Çiftin evlilik öncesi cinsel deneyimi yoktu. Her ikisi de cinsellikle ilgili bilgilerini “kısıtlı” buluyor ve kendilerini “tutucu” olarak değerlendiriyorlardı. Nişanlıyken el ele tutuşma, öpüşme, giyinik olarak sevişme biçiminde cinsel yaşantıları olmuş ve evlendikten sonra böyle sorunları olabileceğini hiç beklemiyorlarmış. Çiftin evlilik uyumları sorgu­landığında birbirlerini çok sevdiklerini, çok iyi anlaştıklarını ve her alanda birbirlerini destekledik­lerini ifade ettiler.

Bayan T, 8-9 yaşlarındayken (ilkokul 3. sınıf) babasıyla yaşıt olan halasının oğlu tarafından cinsel olarak taciz edilmiş. “Gel öpeyim, yanıma yat” dediğini hatırlıyor. Kendisinden 2 yaş büyük ablası da benzer şekilde aynı kişi tarafından taciz edilmiş. Bayan T, taciz olayının sadece bir kez olduğunu, bu konuyla ilgili fazla bir şey hatırlamadığını ve duru­mu eşiyle de paylaşmış olduğunu ifade etti. Çocuk­luk ve erişkinlik döneminde bu olayla ilgili aşırı korku, çaresizlik ya da dehşete düşme şeklinde yaşantılar tanımlamadı. Olayı sık sık hatırlama veya rüyada görme ya da yeniden yaşıyormuş gibi olmay­la ilgili zihinsel ve fizyolojik deneyimleri yoktu. Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) ile ilgili olabilecek uyku sorunları, irritabilite, aşırı irkilme tepkisi, yabancılaşma, toplumsal eylemlerden kaçınma, duygulanımda kısıtlılık gibi sorunlar da saptanmadı. Travmayla ilişkili olabilecek kaçınma davranışı, çıplak olarak eşinin kendisine ya da ken­disinin eşine dokunmasından kaçınmak şeklindey­di. Bayan T, ilk adetini 13 yaşındayken görmüştü. İkincil cinsel karakterlerin gelişimi ve adet görmeyle ilgili herhangi bir sıkıntısı olmamıştı. Bayan T evlilik öncesi ve sonrası dâhil olmak üzere hiçbir zaman mastürbasyon yapmayı denememişti.

Bayan T’de ve eşinde herhangi bir fiziksel hastalık öyküsü yoktu ve cinsel sorunlar dışında bir psikiyat­rik sorun saptanmadı. Bugüne kadar TSSB dahil olmak üzere herhangi bir başka psikiyatrik sorun nedeniyle başvuru veya tedavi girişimi olmadığını bildirdi.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”İLGİLİ VİDEO”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”KAYNAKLAR”] Tab 3 content place [/fruitful_tab] [/fruitful_tabs]

CİNSEL İSTEKSİZLİK

[fruitful_tabs type=”vertical” width=”100%” fit=”false”] [fruitful_tab title=”TANIMI VE TARİHSEL KÖKENLERİ”]

cinsel isteksizlik nedir?

Cinsel istek bozukluğu, süreğen ve tekrarlayan bir biçimde cinsel eylem için cinsel fantezi ve arzunun olmaması veya zayıf olması durumunda konur.

Herhangi bir cinsel etkinliği başlatmak ya da eşinin başlattığı cinsel etkinliğe katılım konusunda  isteksiz ya  da az isteklidirler. Cinsel birleşme esnasında cinsel hazzın ortaya çıkma ihtimali çok zayıftır. Orgazm ise çoğunlukla olmaz.

Cinsel isteksizlik erişkinliğin başından beri olabileceği gibi sonradan da ortaya çıkabilir. Başlangıçta normal bir cinsel isteğin bulunduğu bir dönemin olması, cinsel isteksizliğin sonradan gelişen bir nedene bağlı olduğunu düşündürür.tedaviye daha iyi yanıt verir. Ergenliğin başından beri olan cinsel isteksizlikte ise çoğunlukla daha ciddi etkenler söz konusudur.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”DSM ÖLÇÜTLERİ”]

A.Sürekli olarak ya da yineleyici bir biçimde, cinsel fantezilerin ve cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması (ya da hiç olmaması).

Klinisyen, kişinin yaşı ve yaşam koşulları gibi cinsel işlevselliğini etkileyen etkenleri göz önünde bulundurarak cinsel isteğin azaldığı ya da hiç olmadığı yargısına varır.

B.Bu bozukluk, belirgin bir sıkıntıya yada kişiler arası ilişkilerde zorluklara neden olur.

C. Bu cinsel işlev bozukluğu, başka bir bozuklukla daha iyi açıklanamaz ( başka bir Cinsel İşlev Bozukluğu dışında) ve sadece bir maddenin ya da genel tıbbi bir durumun doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”TİPLERİ/ÇEŞİTLERİ”]

CİNSEL İSTEKSİZLİK VE TİPLEMELERİ

Primer,seconder ve a tipik olmak üzere üç çeşit tiplemesi mevcuttur.

Primer:Kişinin içsel dünyasıyla ve intrapisişik durumlarla alakalı bir durumdur.

Seconder:.Travmatik cinsel yaşantılar,kronik hastalıklar,yaş faktörü,psikiyatrik problemler,cinsel ilişkinin niteliği ve niceliği gibi durumlara bağlı ortaya cıkan cinsel istekdeki azalmadır.

A tipik :Her hangi bir nedene bağlı olmamaksızın yaşanan cinsel istekdeki azalmadır.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”SIKLIK VE YAYGINLIK”]

SIKLIK VE YAYGINLIK

Kadınlarda;Cinsel istek bozukluğu, uyarılma bozukluğuyla birlikte kadınlarda en sık görülen cinsel  işlev bozukluklarındandır. Araştırmalar, tedavi için başvuran her 3 hastadan 1’inde cinsel istek bozukluğu olduğunu göstermektedir.

Erkelerde ise Cinsel istek azlığı erkeklerin %20’sinde görülür. Laumann ve arkadaşlarının 1999’da Amerika’da yaptıkları bir çalışmada; hiç evlenmemiş erkeklerde, halen evli olan erkeklere göre 3 kat daha sık cinsel istek bozukluğu saptanmıştır.

Mercer’in 2003 yılında, yaşları 16-44 arasında değişen 6399 kadın üzerinde yapmış olduğu bir çalışmada ;  1 sene boyunca en az 1 ay cinsel istek bozukluğu gösteren kadınlar %40.6; en az 6 ay boyunca cinsel istek bozukluğu gösteren kadınlar %10.2 bulunmuştur.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”BELİRTİLERİ VE NEDENLERİ”]

CİNSEL İSTEKSİZLİĞİN NEDENLERİ

Cinsel isteksizlik çeşitli nedenlere bağlı olarak gelişebilir. Nedenleri biyolojik ve psikolojik  olarak ikiye ayırabiliriz.

BİYOLOJİK NEDENLER?

1) Hastalık :Koroner yetmezlik

böbrek üstü bezlerinin fazla ya da az çalışması

cinsellik hormonlarının azlığı

tiroid hormonlarının azlığı ya da artışı

epilepsi

beyin kanamaları gibi rahatsızlıklar cinsel ilgiyi azaltabilirler. Ancak cinsel hormonların az olması cinsel isteği azaltabilirken, fazla olması isteği artırmaz.

2) İlaçlar:Depresyon ilaçları, lityum, bazı tansiyon ilaçları, psikoz tedavisinde kullanılan bazı ilaçlar cinsel isteği azaltabilmektedir.

Cinsel isteğin azalmasına ya da ortadan kalkmasına neden olan etken bir hastalık ya da ilaç ise bu durumda cinsel istek bozukluğu tanısı konmaz.

Tedavide de cinsel istek bozukluğuna neden olan hastalığın tedavi edilmesi ya da ilacın kesilmesi ya da değiştirilmesi temel yaklaşımı oluşturur.

PSİKOLOJİK NEDENLER.

1) Kişilik sorunları,

2) Cinsel kimlik veya yönelim sorunları,

3) Cinsel fobiler veya kaçınmalar,

4) Maskelenmiş parafililer,

5) Gebelik korkusu,

6) Psikiyatrik rahatsızlıklar,

7) Stres ve üzüntü kaynağı olan yaşam olayları,

8) Yaşla veya çekicilikle ilgili endişeler,

9) Eşe ilgi kaybı,

10) Yakınlık sorunları,

11) Evlilik çatışmaları,

12) Eşin cinsel beceri eksikliği,

13) Eş rollerindeki dengesizlikler ve edilgenlik,

14) Katı dini ve ahlaki inançlar,

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”CİNSEL İSTEĞİ ARTIRAN VE AZALTAN ETMENLER”]

Artırıcı Etkiler

Eş çekicidir.

Eş cinsel fanteziye denk düşer.

Eş baştan çıkarıcıdır.

Eş yanıt vericidir.

Ortam yardımcıdır.

Cinsel fanteziler.

Aşk.

Yenilik, yeni teknikler

Yeterli cinsel uyarı.

Huzur, gerginliklerin olmaması.

Güven.

Azaltıcı  etki

Eş çekici değildir.

Eş cinsel fanteziye denk düşmez.

Eş yanıtsızdır.

Eş kızgın ve düşmancadır.

Ortam yardımcı değildir.

Olumsuz fanteziler.

Başkasına yönelik aşk.

Monotonluk.

Yetersiz cinsel uyarı.

Depresyon, anksiyete, öfke

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”AYIRICI TANI VE EKTANILAR”] Tab 3 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”KOMPLİKASYONLAR-İNTİHAR”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”TEDAVİ”]

CİNSEL TERAPİDE CİNSEL İSTEKSİZLİK SEANSLARI YOL HARİTASI

Nereye gideceğini bilenin dünya bile önünden çekilir demişler her işte olduğu gibi sağlam bir planlama her zaman işimizi kolaylaştıran amillerden bir tanesidir. Cinsel isteksizlik,cinsel işlev bozuklukları arasında sağaltımı en zor konulardan bir tanesidir.vajinismus,erken boşalma ve diger bazı sorunlar gibi yapılandırlmış bir terapi süreci litaratürde mevcud degildir.Mesleki tecrübelerime dayanarak ve danışanlar üzerinde faydasını gördüğüm nevi bilinen yöntemlerin bir nevi derlemesini yaparak bir yol haritası çizmeye çalışacagım.

  • İlk görüşme ve öykü alma:İyi bir öykü gerek psikoterapinin gerekse cinsel terapinin temel ilkelerinden biridir. Cinsel terapi diğer terapi türlerine göre danışan terapist ilişkisinin farklı temellerde inşa edildiği terapi türlerinden birisidir.Danışanlar özellikle size gelmeden önce bazı konularda çekincelere sahiptirler.bunlardan en önemlileri sizlerin bu konuda yeterli birikime sahip olup olmadığı,terapi ortamının ve terapistin güvenilirliğidir.Bu noktada yapılması gereken danışanlarla terapi ilişkisinin başladığı ilk görüşmeden itibaren onların zihnindeki bazı soruların cevabını aradan kaldırmanızdır.İlk görüşmede ilk mesaj doğru yere geldiniz olmalıdır.Görüşmenin başladığı ilk andan itibaren danışanlar üzerinde konunun cinsellik olması hasebiyle çekingen ve gergin bir ruh hali söz konusu olacagından ortamı biraz daha rahatlatmak adına konuya direk temasdan ziyade farklı konularla ilgili konuşmalar başlatmayı tercih etmek doğru bir yaklaşım olacaktır. İlk görüşme genellikle sorunu anlama,algılama ve terapiye başlama kararının verilmesi üzerine kurulu bir görüşme niteliğindedir.Bu yüzden ilk görüşmenin formatı sorular eşliğinde danışandan sürekli veriler toparlayıp danışanı ve sorunu formüle etmek olmalıdır.Bunun için yapılması gereken bireysel ve cinsel yaşantıya dair iyi bir öykü alma formatı oluşturmaktır.Kitabımızda öykü almaya yönelik konuyu incelemeniz size bu konuda yardımcı olacaktır.İlk görüşmenin formatı yukarıdada dediğimiz gibi öykü olma ve sorunu anlama üzerine kurulu olduğu için sonrasında  ilk görüşme sonlandırılır.
  • Terapotik mutabakat: Ülkemizde psikoterapi kültürünün çok fazla oturmamış olması ve medikal tedavilere oranla daha fazla maliyetli bir sağaltım şekli olması sebebiyle çoğunlukla seanslar yarıda kesilmekte ve sabırsız davranılmaktadır.İnsanımız bu aceleci yapısından dolayı kısa sürede mucizevi arayışlar içine girmektedir.Oysa değişim ve sağaltım zamana yayıldığı taktirde daha faydalı ve kalıcı olmaktadır.Danışanlara ilk görüşmeden itibaren terapotik kuralları aşılamalı ve bu kurallara riayet edildiği taktirde başarının ve çözümün mümkün olduğu anlatılmalıdır.Bunun için yapılması gereken Sınırları iyi çizilmiş iyi bir terapotik sözleşme yapılmalıdır.(Cinsel terapinin niteliği,içeriği,seans saatleri,ücret,birlikte iştirak etme,erteleme vb durumlar konuşulmalı ve netleştirilmelidir.
  • Temel Stratejiyi oluşturma :Terapide temel strateji danışanın partneriyle ilişkisinin dinamiklerini gözden geçirip var ise sorunlar noktasında farkındalık kazandırıp çiftleri cinsel terapiye hazır hale getirmektir.Unutulmamalıdırki cinsel isteksizliğin altında en sık görülen nedenler ilişkisel sorunlara dayalı nedenlerdir. Ülkemizde evlilik sorunlarının altında yatan nedenlere bakıldığında cinsellik hep ikinci plana itilmiş ve evlilik birlikteliğini etkileyecek bir sorun gibi algılamaktan kaçınılmıştır.Oysa gerek bizzat yaptığım görüşmeler gerekse mesleki paylaşımlar neticesinde edindiğim tecrübeler bunun tam tersine evlilikde cinselliğin ve cinsel yaşantının çok önemli olduğunu burada yaşanılan bir sorunun dolayli bir şekilde evlilik içi ilişkilere sirayet ettiğini defaatle müşahide etmişimdir.Bozulan evlilik dinamiklerine baktığınızda her ne kadar iletişimsel sorunlardan bahsedilsede arka planda cinsel sorunların yattığını birkaç görüşmeden sonra itiraflar halinde karşınıza çıktığınızı çok rahatlıkla görebiliyorsunuz. Bunun için cinsellik kavramı cinsel dürtünün insan yaşamındaki yeri gibi konu başlıklarını ele alarak çiftlere bu konuda doğru bilgilendirme yapmak varsa cinsel hayata dair yanlış inanışları aradan kaldırmak size ve çiftlere bu konuda son derece yol gösterici olacaktır.(bkz.cinsel mitler)
  • Sorun birlikte algılama düşüncesini yerleştirme :Çiftlere yaşamış oldukları bu sorunun bireysel yaşantılarından ziyade birlikteliklerine zarar verdiğini bu sorunun birlikte aşılması gerektiği düşüncesi aşılanmalı ve senin sorunun benim sorunun gibi söylemlerden uzak durmaları gerektiğini telkin etmek.
  • Cinsel Perhiz:Cinsel perhiz cinsel terapinin altın kurallarından bir tanesidir.Çiftlerle terapotik mutabakat sağlandıkdan sonra en birincil devreye sokulması gereken ödevlerden bir tanesidir.Cinsel perhiz terapiye başlama kararı alındıktan sonra çiftlerin sizin ikinci bir telkininize kadar hiçbir şekilde penis vajina ilişkisini içeren bir yakınlığa girmemeleridir.
  • Duygusal bilinç oluşturma : Danışanların İlişkisel sorunlar neticesinde cinsel istek düzeyini manipüle eden bilinç dışının derinliklerinde yer edinmiş olumsuz duygu ve düşüncelerini ( öfke,intikam,hayal kırıklığı,korku ,güvensizlik vb) tanımlar hale getirmek ve bu noktada bu duygu ve düşüncelerin davranımlarına nasıl  yansıdığını fark ettirmeye çalışmalıyız.Bu noktada ruhsal aygıtın ve bilincin temel çalışma prensipleri hakkında danışanı bilgilendirmek duygusal biliç evresinin oluşmasında önemli bir katkı sağlayacaktır.
  • İç görü kazandırma:Duygusal bilinç oluşturdukdan sonra cinsel isteksizliğin nedenlerini algılama ve anlamasına yönelik stratejiler geliştirip bu doğrultuda çalışmalar yapmak.Buradaki temel amaç danışanın cinsel isteksizliğinin nedenlerini anlamasını sağlamaktır.Sorunun başlatan nedenler,devam ettiren nedenler ve sonuç olarak danışanın bireysel ve ilişkisel yaşantısına yönelik yansımaları üzerinde durulur.Bu noktada karşımıza çıkan genellikle evlilik yada birliktelik içi çatışmaların çözüme kavuşturulmadan sonlandırılması,partnerin fiziki cazibeden yoksun olması ve bir takım kurallara riayet etmemesi,cinsel beceriksizlik ve eğitimsizlik ve Freud’un tarifiyle aşk hissinin cinsel istek hissi ile karıştırılması ((Freud’un prenses/fahişe sendromu yakınlık korkusu, aldatma ve diğer güven sarsan davranışlar,kendisine ait bir alan yaratma kaygıları ve duygularını dışa vurma farklılıkları )şeklinde karşımıza çıkmaktadır.bu ve yukarıda saymış olduğumuz nedenlerin üzerinde yoğunlaşarak iç görü kazanmaya yönelik stratejiler geliştirmek gerekmektedir.
  • Doğru bilgilendirme ve bilişsel yeniden yapılandırma:Terapi kavramı tek kelime ile özdeşleştirilmeye kalkışılırsa bunun adının ‘Doğru bilgilendirme’olması hiç şüphesiz bir gerçektir.Kişinin hayatı ve yaşamsal koşulları algılamaya yönelik düşünüş ve eylemlerindeki bozulmaları rehabilite eden düzenleyen bunuda bilinen  yaygın ve bilimsel bilglerle yapan metodun adıda diyebiliriz.Bu noktada doğru bilgilendirme derken yapmamız gereken Danışanın cinsellik ve cinsel ilişki hakkındaki olumsuz duygu ve düşüncelerini yöneten inanışlarının listesini yapmak.Sonrasında bu olumsuzluklarla başa çıkabilmesi için bir davranış listesi geliştirmektir.
  • Davranışsal müdahaleler:Cinsel istek düzeyini çiftler arasında artıracak stratejiler geliştirilir ve metotlar araştırılır.
    • Uygun ideal ortamın oluşturulması,Çiftlerin vermiş olduğumuz ev ödevlerini kendilerini hazır hissettikleri bir zaman diliminde ve ortamda yapmaları telkin edilir.geniş bir aile söz konusuysa sorun çözülene kadar yalnız kalabilecekleri bir mekanda ikamet etmeleri maddi imkanları varsa otele yerleşmeleri yok ise evde başka bireylerin olmadığı zaman dilimlerinde ödevleri yapmaları söylenir.
    • Çiftlerin daha fazla keyif alacakları cinsel aktiviteyi ve yakınlaşmayı artıracak sarılmalar,elle şakalaşmalar,kol kola yürüyüş yapmak,birlikde kucak kucağa film seyretmek vb ilişkiye sıcaklık katacak ödevler verilmelidir.
    • Danışanlardan birbirilerinin cinsel ip uçlarını görmeye başlamaları ve bir cinsel istek günlüğü tutmaları istenir.
    • Cinsel aktivite için birbirlerine özel zaman ayırmaları.
    • Güzel sevişme sanatını öğretici görsel ve yazılı materyaller kullanmalarını tavsiye etmek.
  • Gevşeme ve imajinasyon teknikleri: Ödevlere geçmeden önce bedenen ve ruhen gerginliği azaltmak adına bir takım gevşeme egzersizleri verilir.kişi yapmakta zorlanıyorsa seans esnasında neler yapılacağı anlatılır yada yardımcı yazılı ve  görsel materyaller verilir
  • Sensetif fokus (Okşama egzersizleri ) :Bu egzersiz tamamen cinsellik anlayışının penis vajina birleşmesinden ibaret olduğu mitiniyada hurafesini değiştirmek anlamıyla verilmektedir.Çiftlerin genital bölgelere dokunmadan tamamen çıplak şekilde birbirlerine masaj yapmalarıdır.Çiftlere dokunan dokunmanın vermiş olduğu hazza dokunulan ise dokunulmanın verdiği hazza odaklanması söylenir.
[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”VAKA/OLGU ÖRNEĞİ”] Tab 1 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”İLGİLİ VİDEO”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”KAYNAKLAR”] Tab 3 content place [/fruitful_tab] [/fruitful_tabs]

SOMATİZASYON BOZUKLUĞU

[fruitful_tabs type=”vertical” width=”100%” fit=”false”] [fruitful_tab title=”TANIMI VE TARİHSEL KÖKENLERİ”] Şu an somatizasyon için genel kabul görmüş bir tanım vermek zordur. Yapılan tanımlardaki ortak nokta “bedensel bir hastalıkla açıklanamayan fiziksel belirtilerden yakınma”dır. Psikososyal ya da duygusal sorunların somatik yakınmalarla ifade edilmesi ve bu belirtiler için tıbbi yardım arama da bu tanımların parçalarıdır.

önceki ismi histeridir.

Somatik belirtilere psikiyatrik olan ya da olmayan bir çok hastalıkta rastlanması olasıdır. Anksiyete ve depresyon bu belirtilere rastlanan psikiyatrik hastalıkların başında yer alır. Yine somatik belirtiler antisosyal, pasif bağımlı, histriyonik, çekingen, paranoid, borderline ve obsesif kompülsif kişilik bozuklukları ile ilişkilendirilmektedir.

Somatik belirtiler psikiyatrik bir bozukluk olmaksızın zorlanmaya tepki olarak, olağan bedensel duyumlara olağandışı duyarlılık olarak ya da yalnızca kültürel bir ifade tarzı olarak da ortaya çıkabilirler.

Somatik yakınmaların ortaya çıkmasında etkili olduğu düşünülen genetik yapı, fizyolojik ya da patolojik değişiklikler, kişilik yapısı, psikodinamik öğeler, öğrenilmiş yanıtlar, bilişsel öğeler, sosyokültürel etmenler sayılabilir.

İşlevsel pekiştirme fiziksel yakınmaların ortaya çıkışı, güçlenmesi ve sürmesinde güçlü bir yoldur. Olumlu sonuçlar veren davranışlar zamanla artarken olumsuz sonuçlananlar yok olur ya da azalır. Bu mantıkla tüm fiziksel yakınmalar, bakım verenlerin olumlu yaklaşımları nedeniyle güçlenirler. Bu olumlu yaklaşımlara örnek olarak; aile üyelerinin sempati, dikkat ve sevgisi, maddi kazançlar, işten uzak geçen süre, sorumluluklardan sıyrılma, sağlıkçıların ilgisi, diğer kişisel ve ailesel sorunlardan uzaklaşma sayılabilir. Fakat hastalar bütün bunların farkında değildirler ve bu yapıyı çözebilmek için doktorun daha fazla çaba göstermesi gereklidir.

Hasta çocuk varlığında aile sorunları göz ardı edildiğinden, sorunlu ailelerdeki çocuklarda fiziksel belirtilerin oluşması güçlendirilir. Yine çocuklarda, rol modeli oluşturulması yoluyla da somatizasyon gözlenebilir. Somatik yakınmalarla başvuran çocukların ailelerinde kronik somatik yakınmaları olan bir aile üyesine rastlama şansı çok yüksektir.

Genel olarak farklı etnik ve toplumsal kökenden gelen, alt sosyoekonomik katmanın üyesi, eğitim düzeyi düşük ve kadın hastalarda somatizasyonun daha sık görüldüğü düşünülmektedir. Farklı kültürel gruplarda yakınmaların algı ve idaresinde belirgin farklılıklar vardır. Öyle ki bazı dillerde kişinin duygusal durumunu tanımlayan sözcükler bulunmaz ve beden dili kullanılır. Kişi bedensel yakınmalarının daha fazla ilgi, sevgi ve anlayış sağlaması nedeniyle ruhsal bozukluğunun duygusal bileşenini arka plana itebilir.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”DSM ÖLÇÜTLERİ”] En az 4 ağrı, 2 GIS, 1 cinsel ve 1 psödonörolojikbelirti olmasıgerekir.
En sık görülen semptomlar; bulantı-kusma, yutma güçlüğü, kol ve bacaklarda ağrı, nefes darlığı, unutkanlık, gebelik ve menstürasyonkomplikasyonlarıdır. [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”TİPLERİ/ÇEŞİTLERİ”] Tab 1 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”SIKLIK VE YAYGINLIK”]

Genel populasyonda%0,1-0,2 arasında bulunur.
Kadınlarda erkeklerden 5-20 kat daha fazladır.
Pratisyen hekimlere başvuranların %5-10 u bu tanıyıalmaktadır.
Düşük eğitim ve ekonomik seviyede artar.
30 yaşından önce başlar. [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”BELİRTİLERİ VE NEDENLERİ”]

Somatizasyon bozukluğu adı altında toplanan belirtiler şunlardır: (bu tanıyı koyabilmek için DSM 9�a göre tanımlanan bu 34 belirtiden en az 13 tanesi aynı kişide görülmüş olmalıdır)

  1. Kusma
  2. Kol ve bacak ağrısı
  3. Nefes darlığı
  4. Sağırlık
  5. Yürüme zorluğu
  6. Karın ağrısı
  7. Sırt ağrısı
  8. Çarpıntı
  9. Çift görme
  10. Kas ağrısı
  11. Eklem ağrısı
  12. Bulantı
  13. Sersemlik
  14. Bulanık görme
  15. İdrar yapma güçlüğü
  16. Karında şişkinlik hissi
  17. İdrar yaparken ağrı duyma
  18. Unutkanlık
  19. Körlük
  20. Cinsel ilişki sırasında cinsel organlarda yanma
  21. İshal
  22. Baş ağrısı dışındaki bedenin herhangi bir yerinde ağrı duyma
  23. Yutma güçlüğü
  24. Bayılma
  25. Cinsel isteksizlik
  26. Değişik besinler yediğinde bunları tolere edememe
  27. Ses kısıklığı
  28. Sara benzeri nöbet geçirme
  29. Göğüs ağrısı
  30. Cinsel ilişki sırasında ağrı duyma
  31. Ağrılı adet görme (kadınlarda)
  32. Düzensiz adet görme (kadınlarda)
  33. Aşırı adet kanaması (kadınlarda)
  34. Gebelik boyunca kusma (kadınlarda)

    Belirtiler genelde hastayı da rahatsız edici düzeydedir. Bu nedenle hastalar sıklıkla doktora başvururlar, değişik ağrı kesiciler kullanırlar ve genelde yaşam tarzlarını da hastalığa göre değiştirirler.

Psikososyalfaktörler önemli rol oynar. Sosyal iletişimde duyguların bir ifsadesidir. Bastırılmışdürtülerin semptomla yer değiştirdiği düşünülür.

Somatosensoriyelgirdiler hatalıdeğerlendirilir. Distraktibilite, tekrarşayanuıyaranlaraalışma yeteniğindekayıp, seçicilikte eksiklik vardır. Bunlar bilişsel işlevlerin rolünügösterir.

Birinci derece akrabalarda görülme sıklığı%10-20 gibi yüksek düzeydedir. Genetik faktörlerin yerini gösterir. [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”GİDİŞAT VE SONLANIM”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”AYIRICI TANI VE EKTANILAR”] MS, Myasteniagravis, SLE, AIDS, akut intermitantporfiri, hiperparatirodizm, hipertirodizm, kronik sistemik enfeksiyonlardır.
%50 sinde başta majordepresyon, şizofreni ve anksiyetebozukluklarıolmak üzere başka psikiyatrik sendromlar vardır. [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”KOMPLİKASYONLAR-İNTİHAR”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”TEDAVİ”]

Tedavi

Somatik yakınmalarla başvuran hastaların tedavisine yardımcı olacak birçok yöntem vardır. En çok; aynı doktorla düzenli görüşmeler, tedavi edici bir ilişki geliştirilmesi ve davranışsal teknikler üzerinde durulmaktadır. Yakınmaların gerçekliğinin sorgulanması yararsızdır. Bu tür çabalar genelde hastanın doktoru yetersiz olarak değerlendirmesine neden olur.

Hastaya yaklaşımda uyulması gerekli ilkeler;

4 – 6 haftada bir düzenli görüşmeler ayarlanması, “gerektiğinde” yapılacak görüşmelerden kaçınılması, her görüşmede genel bir fizik inceleme yapılması, bulgulara yakınmalardan daha fazla değer verilmesi, kesin gerekli değilse tanısal yöntemler ve hastaneye yatırmaktan kaçınılması, semptom gelişiminin bilinçli olmadığını anlaşılması ve hastaya “hepsi sizin kafanızda” gibi açıklamalar yapılmaması olarak sıralanabilir.

Ayda bir 15 dakika gibi düzenli aralıklardaki yüzeysel görüşmelerde yapılacak durum değerlendirilmesi, hastanın gereksinim duyduğu ilgiyi yeni belirtiler çıkarmadan elde etmesini sağlar. Bu izlem görüşmelerinin sıklığı hastalığın ağırlığına göre belirlenebilir. Başlangıçta 3-4 haftada birden daha uzun aralıklar seçilmez. Bu görüşmelerle amaçlanan hastanın tetkik istekleri, yeni doktorlara gitmesi ve acil başvurularını önce azaltıp sonra kesmesidir.

Somatik yakınmalarla başvuran hastaların genellikle bedensel sağlıklarıyla ilgili endişeleri olduğundan yapılan inceleme ve tetkiklerin sonuçları açıklanmalıdır. Görüşmelerdeki tema yavaş yavaş fizik yakınmalardan psikososyal duruma kaydırılır. Hastalara, uygun bir görüşme tekniği ile, ifade etmekte zorluk çektikleri duygusal yönlerini anlatabilecekleri ortam hazırlanmalıdır. Somatik duyumlar yanında duygusal sorunların da konuşulması hastanın yeni bir bakış açısı kazanmasına, eskiden beri kullanmakta olduğu somatikdurumlara odaklanmanın yerini duygusal sorunlara odaklanmanın almasını sağlayabilir.

Hastaların amaçları ve tedaviden beklentileri yeniden düzenlenmelidir. Hastaların tamamen iyileşmeleri her zaman mümkün olmadığından hastalık davranışını değiştirme ve işlevselliğin artırılmasına odaklanılmalıdır.

Somatizasyon ender olarak bilinçli bir süreçtir ve hastaların içgörüleri yoktur. Hastanın doktora inanması için, erken dönemde “hiç bir şeyin yok” ya da “hepsi sinirsel” gibi yaklaşımlardan kaçınılıp yakınmaların “yasallaştırılması” yerinde olacaktır. Saptanan ikincil kazançların kaldırılmasına yönelik düzenlemeler yapılmalıdır. Psikososyal etkilerin değerlendirilmesine geçişte hasta ve doktor için rahat bir giriş “bu şikayetlerinizin günlük yaşamınızla ilişkisi nasıl?” olabilir. Hastalar genelde bunu tartışmaya hazırdır. Bu doğrultuda Tablo 2’de hastaya yaklaşım yöntemleri önerilmiştir.

Tablo 2. Somatik yakınmaları olan hastalara yaklaşım

Tedaviden çok bakım verin

Belirtileri tamamen ortadan kaldırmaya çalışmayın

Baş etme ve işlevselliğe odaklanın

Tanısal ve terapötik tutuculuk

Test istemeden önce eski dosyaları inceleyin

İsteklere somatik olmayanlardaki gibi yaklaşın

Sık görüşme ve fizik incelemeler ayarlayın

Düzene girince, görüşme sıklığını değiştirmeyin

Sıkıntıları sonlandırın

Yakınmaları yok saymayın ya da hafife almayın

Hasta doktor ilişkisini belirtilerle kısıtlamayın

Sosyal öyküye odaklanın

Tanı sağlayın

Yapısal patolojileri değil bozuklukları vurgulayın

Dikkatlice güven tazeleyin

Psikiyatri konsültasyonu

Eşlik eden psikiyatrik sorunlara tanı koyun

Farmakolojik tedavi seçenekleri önerin

Psikoterapi sağlayın

Bilişsel davranışçı tedavi

Başa çıkmayı geliştirin.

Somatik bir hastaya tedavi yaklaşımı oluştururken klinisyen depresyon ve anksiyete olasılığını değerlendirmelidir. Hastanın ilaçlara duyarlı olabileceği ve yan etkiler akılda tutularak antidepresan tedavi düşünülmelidir. Antidepresan tedavi dikkatli hasta hazırlanması ve eğitimi, düşük başlangıç dozları ve yavaş artışlar ile sürekli izlem gerektirir.

Uzun süreli somatizasyon hastaları, özellikle kronik ağrı sorunu olanlar kendi başlarına tedavi kullanmış ve analjeziklere, benzodiazepinlere, alkole ya da nikotine bağımlı olabilirler. Endike olduğunda tolerans ve bağımlılık yanında madde bıraktırma da değerlendirilmelidir.

Bazı hastalarda psikiyatrist konsültasyonu yararlıdır. Genel kanı; kişilik bozukluğu düşünüldüğünde, eşlik eden psikiyatrik bozuklukların varlığı araştırıldığında ve psikotrop ilaçlarla ilgili öneri almak için psikiyatri konsültasyonunun yararlı olduğudur.

Bazı hastalarda bilişsel davranışçı grup terapileri kullanılabilir. Spastik kolon, kronik idiopatik yüz ağrısı ve kardiyak olmayan göğüs ağrısı olan hastalarla yineleyen karın ağrısı olan çocukların ailelerinde bilişsel davranışçı tedavi uygulamalarının yararlı olduğunu bildiren yayınlar vardır. Grup terapilerinde hastanın yanlış inanç ve davranışlarını saptayıp değiştirme amaçlanır. Stresle baş etme, sorun çözme konusunda genel öneriler ve sosyal beceri eğitimleri verilebilir. Ayrıca hastanın yaşamındaki özgül stres nedenlerini azaltmaya yönelik yaşam tarzı önerileri verilebilir. Evlilik çatışmalarıyla baş etme, çocuklarla ilişkileri yürütme ve aile sistemi içi ilişkileri sağlıklı hale getirme öncelikli başlıklar arasındadır.

Hastalara düzenli fizik egzersiz önerilmelidir. Böylece hastaların özgüvenlerinde artış sağlanabilir. Vitaminler, diyet, bandajlar, sıcak-soğuk uygulamalar, gevşeme teknikleri, masaj, kuma gömme, kaplıcalar gibi ilaç dışı tedaviler genelde iyi kabul gören zararsız yöntemler olup bu hastalarda denenmelidirler. Hastaların yakınmalarını bütünüyle yok etmek genelde yeni bir yakınma ortaya çıkmasına neden olabildiğinden bundan kaçınmak ve bunun yerine hastaya yakınmalarıyla baş etmesini öğretmek gereklidir.

Somatik yakınmalarla başvuran hastaların tedavi sonuçlarına ilişkin çok fazla bilgi yoktur. Bazı hastalarda kendiliğinden gerileme olduğu bildirilmiştir. Ancak hastaların sık doktor değiştirmeleri izlem sonuçlarının alınmasını zorlaştırmaktadır. Birinci basamak hekimliğinin doğası gereği doktor, somatik yakınmaları olan hastalarıyla kesinlik sağlanamamasından kaynaklanabilecek gereksiz ya da yetersiz tedavi uygulamalarını önleyecek uzun süreli bir ilişki kurmaya hazırlanmış olmalıdır

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”VAKA/OLGU ÖRNEĞİ”] Tab 1 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”İLGİLİ VİDEO”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”KAYNAKLAR”] Tab 3 content place [/fruitful_tab] [/fruitful_tabs]

KONVERSİYON BOZUKLUĞU

[fruitful_tabs type=”vertical” width=”100%” fit=”false”] [fruitful_tab title=”TANIMI VE TARİHSEL KÖKENLERİ”]

KONVERSİYON BOZUKLUĞU NEDİR ?

Santral veya periferiksisinirsisteminin anatomi ve fizyoloji bilgileri ile uyumsuz bedensel fonksiyon bozulmalarıdır. Tipik olarak bir stresle başlar.

İstemli motor ya da duyu işlevlerini etkileyen, nörolojik ya da başka bir fiziksel hastalık düşündüren semptom ya da defisitlerin varlığı

Bu semptom ya da defisite eşlik eden psikolojik etkenler. Bu semptom ya da defisit amaçlı olarak ortaya çıkartılmamakta. Mutlaka yeterli bir incelemeden sonra, nörolojik, diğer tıbbi durum ve madde ile ilgili semptom ve defisitler dışlanmalı.

TARİHÇE

Histeriden Konversiyon Bozukluğuna

  • Antik Mısır’da tuhaf davranan kadınlar
  • Eski Yunan’da Hipokrat zamanında “histeri”
  • Yunanca “döl yatağı” anlamına gelen “histeron”
  • Kadın rahminin vücut içinde yer değiştirmesi ve yerleştiği organa göre semptom
  • Ortaçağ ve rönesansta şeytanla ilişkili durumlar
  • 17.yüzyılda Thomas Willis; histeri beynin sinirsel hastalığı
  • 17. Yüzyıl’da Sydenham; histerinin bedenden ziyade zihnin psikolojik bozukluğu olduğuna, erkeklerde de görüldüğüne ve birçok klinik sendromu taklit edebileceğine dikkat çekmiş.
  • 19. yüzyılda Jean Martin Charcot; nörolojik hasarı taklit eden histeri semptomlarına odaklanarak, bu semptomların yapay olarak tetiklenebileceğini ve hipnozla da düzeltebileceğini göstererek psikolojik olduğu sonucuna varma
  • Janet, Freud ; Histeri, psikolojik travmanın neden olduğu bir durum
  • Janet: ’Disosiasyon’’
  • Freud: ’Represyon, konversiyon’’

1893’de Freud ve Josef Breuer’in yayınladıkları “Histeri Üzerine Çalışmalar”da; Freud konversiyon mekanizmasının histeride merkezi bir özellik olduğunu, travmatik olayla ilgili olan duygusal yaşantı sözel olarak ifade edilmediği için somatik histerik semptoma dönüştüğü, bu semptomun aynı zamanda sembolik olarak travmatik olayı da yansıttığını belirtiyor.

  • Travmatik anıların iyileştirilmesi; psiko-analiz
  • 1967’de DSM-II’de histerik nevrozlar ana başlığı altında “konversiyon tipinde histerik nevroz” ve “dissosiyatif tipte histerik nevroz”
  • DSM-III’de somatoform bozukluklar altında konversiyon bozukluğu
  • DSM-IV’de şimdiki kullanılan konversiyon bozukluğunu etiyolojisi ve tanı kriterleri tanımlanmış
  • International Statistical Classification of Diseases and Related Health Problems listesinin dokuzuncu versiyonunda (ICD-9) da bu grup “nevrotik bozukluklar” başlığı altında;

Histeri terimi ile hem konversiyon hem de disosiasyon kastediliyor.

  • ICD-10’da konversiyon bozukluğu disosiyatif bozukluklar başlığı altında incelenmiş.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”DSM ÖLÇÜTLERİ”]

DSM-IV-TR  Konversiyon Bozukluğu için Tanı Ölçütleri 

A. İstemli motor ya da duyu işlevlerini etkileyen, nörolojik ya da diğer bir genel tıbbi durumu düşündüren bir ya da birden fazla semptom ya da defisitin olması.

B. Bu semptom ya da defisite psikolojik etkenlerin eşlik ettiği yargısına varılır, çünkü bu semptom ya da defisitin başlaması ya da alevlenmesi öncesinde çatışmalar ya da diğer stres etkenleri vardır.

C. Bu semptom ya da defisit amaçlı olarak ortaya çıkartılmamakta ya da bu tür semptomları varmış gibi davranılmamaktadır (Yapay bozukluk ya da simülasyonda olduğu gibi).

D. Yeterli bir incelemeden sonra, bu semptom ya da defisit genel tıbbi bir durum ya da bir maddenin doğrudan etkisi ile ya da kültürel olarak uygun bulunan bir davranış ya da yaşantı olarak tam açıklanamaz.

E. Bu semptom ya da defisit, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya da işlevselliğin önemli diğer alanlarında bozulmaya neden olur ya da tıbbi değerlendirmeyi gerektirir.

F. Bu semptom ya da defisit ağrı ya da işlev bozukluğu ile sınırlı değildir, sadece somatizasyon bozukluğunun gidişi sırasında ortaya çıkmamaktadır ve başka bir mental bozuklukla daha iyi açıklanamaz.

[/fruitful_tab]

[fruitful_tab title=”TİPLERİ/ÇEŞİTLERİ”] Tab 1 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”SIKLIK VE YAYGINLIK”]

SIKLIK VE YAYGINLIK

  • Genel populasyonda insidansı 11-300/100000
  • Yaşam boyu sıklığı %25-33
  • Genel tıbbi kliniklere başvuran olgularda konversiyon semptomunun görülmesi %20-25
  • Hastanede psikiyatri konsültasyonlarının %5-14 kadarı konversiyon belirtileri nedeniyle
  • Psikiyatri kliniklerine ayaktan başvuranların %1-3’ü
  • Ülkemizde, psikiyatri acil polikliniklerine yapılan başvurularda %12- 47
  • Psikiyatri konsültasyonu istemlerinin %25’inde
  • Başlangıç yaşı genellikle 10-35 yaş
  • Orta ve ileri yaşta nörolojik ya da diğer tıbbi durumlar
  • Kadınlarda 2-10 kat daha sık
  • Kadınlarda bedenin sol tarafında semptomlar daha sık
  • Konversif semptomlar gösteren kadınlarda daha sonra somatizasyon bozukluğu gelişme olasılığı fazla
  • Erkeklerde konversiyon bozukluğu ile anti sosyal kişilik bozukluğu arasında ilişki
  • Kırsal alanda ve gelişmekte olan ülke ve bölgelerde daha sık
  • Düşük sosyoekonomik koşullar, düşük eğitim düzeyi, düşük tıbbi bilgi, düşük zeka düzeyi risk faktörü
  • Erkeklerde çoğu zaman iş kazaları ya da askerlik sırasında (simulasyon?)
  • Çatışma içindeki askeri personelde sık

Kültürel özellikler önemli;

Konversif semptomlar,

  • Sıkıntıların kültüre özgü kabul edilebilir dışavurumu,
  • Dinsel veya şifa verme törenlerinin bir görünümü olabilir.[/fruitful_tab]

[fruitful_tab title=”BELİRTİLERİ VE NEDENLERİ”] NEDENLERİ

Psikodinamik Etkenler:

  • İntrapsişik çatışmanın baskılanması ve anksiyetenin fizyolojik işlev değişikliklerine çevrilmesi,
  • Konversiyon düzeneği sayesinde hasta bilinçdışı çatışmalardan ve bunların sonucunda ortaya çıkan anksiyeteden kurtulur (birincil kazanç).
  • Ayrıca ortaya çıkan işlevsel fizyolojik bozukluklar aracılığıyla çevrenin ilgisini, sevgisini, yardımını, yakınlığını elde ederek, bu ortam ve kişilerle ilgili sıkıntılarından kurtulmaya çalışır (ikincil kazanç).

Biyolojik Etkenler;

Kranyal görüntüleme;

  • Serebral asimetri ? Sağ hemisfer baskın, belirtiler genellikle vücudun sol tarafında
  • Baskın hemisferde hipometabolizma ve çekinik hemisferde hipermetabolizma
  • Bunlara bağlı olarak interkortikal kominikasyon ve sözel ileti işlevinin bozulması

Nöropsikolojik testler;  sözel iletişim, hafıza, dikkat ve affektif

uygunlukta pek belirli olmayan serebral bozukluklar

Kafa travması ve organisitede artmış insidans

  • Öğrenme Teorisi:
    Koşullanmış öğrenme davranışı ? Çocuklukta öğrenilen hastalık semptomları zor durumlarda uyum mekanizması olarak ortaya çıkmakta
  • Kalıtsal Etkenler:
    Tek yumurta ikizlerinde görülme sıklığı artmış. Birinci derece yakınlarında görülme sıklığı normal toplumdan 10 kat fazla

İçgüdüsel dürtülerle (agresyonve cinsellik) bunların ifadesinin engellenmesi arasındaki çatışmadan ortaya çıkar.
Aşırıkortikaluyarılmanın da semptoma yol açmasıolasılığıvardır. Bu durumda artmışkortiko-fugaluyaran bedensel duyumların farkedilmesiniengeller.

Konversiyon bozukluğu çeşitli ruhsal zorlanmalar karşısında bazı bireylerin tepki verme biçimidir, yani kişinin başa çıkamadığı sorunlar, çevresel olaylar (aile içi tartışma, ailevi sorunlar, şiddete maruz kalma, kendisine yakıştıramadığı bir olaydan dolayı kendisini suçlama veya başkaları tarafından suçlanma, aşırı korku, endişe, pişmanlık) olduğunda bu duruma verdiği tepkisi biçimidir. Disosiyatif bayılma veya kendinden geçmeyi kişinin olumsuz yoğun duygulardan geçici olarak uzaklaşmasını sağlayan bir korunma düzeneğidir. Bu tür bayılmalar elektrikli cihazları yüksek voltajdan koruma işlevi gören sigortanın yüksek voltaj geldiğinde atarak elektriği kesip sistemi kapatmasına benzer. Birey bilinçli bir haldeyken kaldıramayacağı yoğun olumsuz duygulara (öfke, üzüntü, utanç, korku vb) maruz kaldığında “sigorta atarak” kişi bilincini kaybetmekte ve bu yoğun ruhsal acıdan geçici olarak kurtulmaktadır. Disosiyatif bozukluk sakin, kibar, insanları üzmek istemeyen ve onlara hayır diyemeyen insanlarda sık görülür. Buna dayalı olarak ta konversiyon bozukluğu olan ve çevresi ile sözel iletişim kuramayan ve sıkıntılarını paylaşamayan insanların bu sıkıntılarının bedene yansıyarak bir anlamda bedenleriyle sıkıntılarını dile getirdikleri düşünülmektedir. Belirtiler her tür ruhsal baskı yaratan olaya bağlı çıkabilir (yas, ölüm, tartışma, ekonomik güçlük, ailevi sorunlar)

Konversiyon belirtileri ruhsal olarak iki yarar sağlar: İlk olarak kişi kendisinde sorun yaratan ruhsal sıkıntıdan kurtulur, ayrıca dolaylı olarak rahatsızlığı nedeniyle çevresinin tutumu daha destekleyici hale gelip kendisine anlayış gösterilebilir. Bazı durumlarda ortaya çıkan belirtilerin kişinin yaşadıklarıyla bağlantısı olabilir örneğin görmemesi gereken bir olaya tanık olan bir kişide körlük veya işitmemesi gereken şeleri işiten bir kişide konuşamama ortaya çıkabilir. Konversiyon bozukluğu olan kişilerin belirtileri bazen aile veya yakın akraba ve komşularda görülen hastalık belirtilerini taklit edebilir. Örneğin yakın çevresinde gerçek bir sara hastası veya bayılma tipi konversiyon bozukluğu olan bir kişide konversiyon bozukluğu oluşursa buna benzer bayılmalar görülebilir.

BELİRTİLER

Semptom ya da defisitin tipine göre;

  • Motor semptom ya da defisit gösteren
  • Duyu semptomu ya da defisit gösteren
  • Katılmalar ya da konvülsiyonlar gösteren
  • Karışık görünüm sergileyen

Motor Belirtiler Ya Da Defisitler

  • Astazi-abazi
  • Paralizi ya da lokalize zayıflık
  • Belirgin ritmik tremor, kore, tik, jerk
  • Afoni
  • Üriner retansiyon
  • Globus histerikus (boğazda kitle hissi)
  • Flask yutma güçlüğü

Astazi-Abazi;

  • Belirgin koordinasyon bozukluğu ile kararsız bir duruş ve ataksi ile karakterize (sarhoş gibi yürüme, sendeleme).
  • Hasta nadiren düşer, ancak bir yerini yaralamaz.
  • Dikkatin odaklanmasıyla hareket kötüleşir.
  • Afoni (ses kısılması), mutizm (konuşamama) oldukça sık görülen belirtiler
  • Heceleme kusurları ve dizartri olabilir.
  • Daha seyrek olarak da çocuksu, peltekleyerek, kekeleyerek ya da bir çocuğu taklit edercesine konuşma bozuklukları
  • Normal öksürme sesi kordların kapandığını gösterir.

Paralizi;

  • Ekstremitelerin distal kısımlarına göre daha çok proksimal kısımlarında olur.
  • El yüze değil, yana düşer.
  • Gevşek ya da kontraktürle seyreder, ektremiteleri ya da yüzün bir yanını etkileyebilir.
  • Konversif bir spazmda, hem kol, hem bacak bedenin aynı yanında kasılır, eller yumruk halinde, dizler fleksiyonda, ayaklar yukarı dönük
  • Uzun süren konversiyon bozukluklarında kas atrofisi, kontraktürler gelişebilir.
  • EMG normal

Konvülsif Belirtiler

Nöbetler;

  • Sosyal ortama yanıt
  • Yere düşüş yavaş
  • Kenetlenme, bazen opistotonus
  • Tonik-klonik düzenli ardışık kasılma yok
  • Dil ısırma, idrar kaçırma nadir
  • Bilinç kaybı yok.
  • Kornea refleksi var.
  • Plantar yanıt fleksör
  • EEG normal
  • Nöbet sonrası prolaktin düzeyinde artış yok

Duyusal Belirtiler Ya Da Defisitler

  • Ağrı veya dokunma hissinin kaybı
  • Hiperestezi, parestezi
  • Çift görme
  • Körlük
  • Sağırlık
  • Görsel halüsinasyon
  • Konversiyonda duyusal algılardaki değişiklikler, sinir dağılımına (dermatom) uyumsuz
  • Hemianestezi durumunda gövde ve yüzdeki sınır kesin olarak bölünemez, orta hatta çok belirgin
  • Tüm duyularının kaybolduğunu belirtse bile pozisyon duyusu sağlam, karanlıkta tökezlemeden yürüyebilir.
  • Vibrasyon hissi de değişse bile sağlam kalır.
  • Ellerine tutuşturulan eşyayı tanıyabilir.
  • Anestetik alanlar perifer-distal arasında derece farklılıkları göstermez, kesin olarak sınırlanabilir, ama muayeneden muayeneye değişebilir.
  • Görmeme durumu tam değil, bulanık görme ya da okuma güçlüğü olabilir, etrafa çarpmadan yürüyebilir, ani verilen parlak ışığa bakar, bir parmağına dokunması istenince yapamaz, tehlikeli durumlardan kendini korur.
  • Bilateral sağırlıkta yüksek ses uyaranı ile göz kırpma refleksi ya da cilt terlemesinde değişiklik elde edilebilir.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”GİDİŞAT VE SONLANIM”]

Gidiş ve Sonlanım

  • Genellikle akut başlangıçlı
  • Belirtiler oldukça renkli, dramatik
  • Uygun çevresel koşullar, telkin yöntemi ile spontan düzelme sık
  • Konversiyon bozukluğu hastalarının %90-100’ünün başlangıç semptomları bir aydan az bir sürede genellikle de birkaç gün içerisinde düzelmektedir.
  • Konversiyon bozukluğu nedeniyle hastaneye yatan çoğu olgu 2 hafta içinde düzelir.
  • Olguların 1/4 -1/5’inde 1 yıl içinde rekürens olur.
  • Hastaların %75’inin başka bir epizod geçirmediği, %25’inin ise stresli yaşam olaylarının olduğu dönemler boyunca hastalığın tekrarladığı bildirilmiştir.
  • Eşlik eden diğer bir mental ve tıbbi bir bozukluğun olması olumsuz bir prognostik faktör olarak gösterilmektedir.
  • Tremor ve konvulsiyonlar kötü prognozu gösterir.
  • Hastaların %25-50’sinde daha sonradan nörolojik veya psikiyatri dışı tıbbi bir hastalık ortaya çıkmaktadır (yanlış pozitiflik ?).

Olumlu Prognoz Özellikleri

  • Akut başlangıç
  • Başlangıçta belirgin psikososyal stresör varlığı
  • Erken tedavi başvurusu
  • Eşlik eden başka bir psikiyatrik bozukluk ya da tıbbi bir hastalığın olmaması
  • Zeka düzeyinin iyi olması
  • Paralizi, afoni, körlük belirtileri
  • Hastanın ikincil kazançlarının fazla olmaması
  • Çevredeki kişilerle yaşadığı çatışmanın fazla olmaması

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”AYIRICI TANI VE EKTANILAR”]

Eşlik Eden Klinik Özellikler

  • Güzel aldırmazlık (la belle indifference)
  • Dramatik ve histriyonik bir görünüm
  • İkincil kazanç
  • Telkine yatkınlık
  • Hasta rolünün benimsenmesi
  • Somatik yakınmalar

Ayırıcı Tanı

  • Konversiyon bozukluğu tanısı konmuş hastaların %10-50’sinde epilepsi başta olmak üzere organik beyin bozuklukları,
  • Bir araştırmada hastaların %22.3’ünde beyin bozukluğuna işaret eden en az bir marker (%8.7’sinde epileptiform değişiklikler, %9.7’sinde MRI değişiklikleri, %9.7’sinde nöropsikolojik değişiklikler) saptanmış.
  • MSS hastalıkları: Özellikle epilepsi, multipl skleroz, kontüzyon sendromu, MSS enfeksiyonları (ensefalitler), demans, beyin tümörleri, Guillian-Barre sendromu, bazal ganglia hastalıkları, Creutzfeld-Jacob hastalığı, periyodik paralizi ve AİDS’in erken nörolojik görünümleri, optik nörit
  • Dejeneratif hastalıklar: Kas-iskelet ve bağ dokusunun hastalıkları olan SLE, PAN, RA’in erken dönemleri, myestenia gravis, polimiyozit
  • Diğer: Sifiliz, tüberoskleroz, hiper ve hipotiroidizm, hiperparatiroidizm, porfiria, hipoglisemi, duodenum ve safra kesesi hastalıkları, pankreas hastalıkları
  • İlaç kullanımına bağlı distoniler
  • Alkol-Madde ile ilişkili bozukluklar
  • Yapay bozukluk,
  • Temaruz (simülasyon),
  • Somatizasyon bozukluğunda da duyu ve motor semptomlar görülür, ama bu, erken yaşta başlayan kronik ve çoklu semptom veren bir hastalıktır.
  • Hipokondriyaziste vücutta herhangi bir fonksiyon kaybı yoktur.
  • Semptomlar “ağrı” üzerine odaklaşmışsa ağrı bozukluğu tanısına yönlenilir.
  • Şikayetler cinsel işlevle sınırlı ise cinsel işlev bozukluğu tanısı konur.
  • Disosiyatif bozukluklar; konversiyon bozukluğu ile bazı özellikleri paylaşır. Her iki bozukluk da nörolojik işlev bozukluğunu düşündüren semptomları kapsar. Aynı kişide bu iki durum da saptanırsa iki tanı da kaydedilmelidir.
  • Anksiyete Bozuklukları; TSSB, Panik Bozukluğu
  • Psikotik bozukluklar, duygudurum bozuklukları: Halüsinasyonların görüldüğü psikiyatrik hastalıklar, konversiyon bozukluğunda rastlanan “psödohalüsinasyon”lardan ayırılmalıdır. Katatonik semptomlarla ayırıcı tanı yapılmalıdır.

Epileptik Nöbet-KONVERSİYON NÖBETİ(yalancı Nöbet) Ayrımı

EPİLEPSİ KONVERSİYON FARKI

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”KOMPLİKASYONLAR-İNTİHAR”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”TEDAVİ”]

TEDAVİ

  • Hekimin hastalığa yaklaşımı
  • Hastaya yeterli zaman ayırmak.
  • Yapılacak tetkiklere bir sınır konulmalı
  • Belirtilerin gerisindeki stresler, psikososyal zorlanmalar, travmatik yaşantılar anlaşılmalı.
  • Niçin böyle bir savunma düzeneği kullanıyor, kendini, bastırılmış duygularını bu şekilde ifade ediyor ?

Tedavi, hastanın biyopsikososyal yapılanmasına göre şekillenmeli.

Akut vakalarda; uygun, güven veren danışmanlık hizmeti.  Terapi ?

Kronik vakalarda:

  • İçgörü yönelimli destekleyici-davranışçı terapi
  • Aile ya da eş tedavileri
  • Psikodinamik yaklaşımlar ? (İntrapsişik çatışmaları ve konversif semptomların sembolik anlamlarını çalışmak)
  • Farmakoterapi

Konversiyon bozukluğunda tedavi, semptomları ortaya çıkaran içrel çatışmaların anlaşılıp çözümlen­mesi ve bireyin psişik strüktürünün güçlendirilerek semptom çıkaran savunmalar yerine sağlıklı davranış ve ilişki kalıplarını oluşturmasına yardımcı olmakla mümkün olur. Bu amaçla herşeyden önce sug- gestibilite (ikna edilebilirlik) özelliğinden de yararla­narak semptomların ortadan kaldırılması gerekir. Bu işlemden sonra gerek çözümleyici, gerek içgörü kazandırıcı ve destekleyici psikoterapiler ve olumlu davranış ve ilişki biçimini geliştiren davranışçı ve kognitif tedavi yöntemleri ile semptomların tekrar ortaya çıkmaması için bireyin hazırlanması gerekir. Bu tedaviler yapılırken hastada varolabilen anksiyete ve diğer depresif durumlara karşı trankilizan ve anti- depresif ilaç tedavileri de verilebilir. Hastalığın akut olarak başlaması, başlangıç sırasında açıkça tanım­lanabilir bir stres kaynağının varlığı, hastanın erken tedaviye alınması ve entellektüel düzeyin ortala­manın üzerinde olması gibi durumlar prognozun iyi olmasını sağlar. Ayrıca paralizi, afoni ve körlük semptomları prognozun iyi olacağını, tremor ve katılmalar ise prognozun iyi olmayabileceğini düşündürebilir. [/fruitful_tab]

[fruitful_tab title=”VAKA/OLGU ÖRNEĞİ”] Tab 1 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”İLGİLİ VİDEO”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”KAYNAKLAR”] Tab 3 content place [/fruitful_tab]

[/fruitful_tabs]

hipokondriyazis

Hipokondriyazis Bozukluğu – Hastalık Hastası

[fruitful_tabs type=”vertical” width=”100%” fit=”false”] [fruitful_tab title=”TANIMI VE TARİHSEL KÖKENLERİ”] HİPOKONDRİYAZİS BOUZKLUĞU NEDİR- HASTALIK HASTALIĞI NEDİR?

Hipokondriyazis beden belirtilerinin gerçekçi olmayan bir biçimde veya hatalı yorumlanması­na bağlı olarak kişinin ciddi bir hastalığı olduğu ya da olacağı biçiminde yoğun zihinsel uğraşılar ile karakterize psikiyatrik bir bozukluktur. Yeterli tıbbi değerlendirme ve hekimler tarafından verilen çeşitli güvencelere karşın zihinsel uğraşların sürmesi, bu düşüncelerin hezeyan düzeyinde olmaması (kişi zaman zaman aslında bir sorununun olmayabile­ceğini veya abartmış olabileceğini kabul eder) ve yalnızca dış görünüm ile ilgili belirli bir kaygı ile sınır­lı olmaması tanı için gereklidir. Bu düşünceler klinik olarak belirgin bir sıkıntıya ya da mesleki, toplumsal ve diğer önemli yaşam alanlarında işlevsellik kaybına yol açar.

Bu bozukluğun en az altı ay sürmesi ve bedensel hastalık kaygısının yaygın anksiyete bozuk­luğu, obsesif-kompulsif bozukluk, panik bozukluğu, major depresyon, ayrılma anksiyetesi ya da diğer bir somatoform bozukluk ile açıklanamaması hipokond- riyazis için bir diğer tanı ölçütüdür. Dünya Sağlık Örgütü’nün hipokondriyazis tanı ölçütleri temel olarak Amerikan Psikiyatri Birliği’nin DSM-IV tanı ölçütleriyle örtüşmektedir. Hipokondriyazisteki zihinsel uğraşlar bedensel işlevlerle (çarpıntı, ter­leme gibi); önemsiz, sıradan bedensel sorunlarla (arasıra olan öksürük, küçük yaralar gibi) veya müphem ve değişken beden algılarıyla (damarların sızlaması, kalbin yorulması gibi) ilgili olabilir. Kişi bu belirtileri, varlığından kuşkulandığı hastalığın işaret­leri olarak algılar veya yorumlar. Hastalık kaygısı aynı anda veya değişik zamanlarda değişik organ sistem­lerini içerecek şekilde olabileceği gibi, tek bir organ veya hastalıkla da (kalp hastalığı veya beyin tümörü bulunduğu kaygısı gibi) sınırlı olabilir.

Yeterli muayene ve tıbbi incelemelerin herhangi bir hastalık varlığını doğrulamamasına, şüphelenilen hastalığın yol açması gereken sorun ve sonuçların görülmeme­sine ve tekrarlanan güvencelere karşın bu kaygılar devam eder. Ancak bu inanç hezeyanlı bozukluğun somatik tipinde olduğu gibi kesin ve değişmez değildir. Kişi ciddi bir hastalığının olmasıyla ilgili kaygılarının aşırı ya da anlamsız olduğunu kabul etmiyorsa ve hezeyanlı bozukluk tanısı dışlanmışsa, içgörünün yetersiz olduğu belirtilir.

Hipokondriyak hastalar kendi bedensel uyaranlarına duyarlı olduk­ları gibi, başka kişilerin hastalıklarını duyduklarında ya da hastalıkla ilgili yazılar okuduklarında da aşırı düzeyde endişelenirler. Sağlıkla ilgili kitapların okun­ması, sağlık programlarının izlenmesi, sohbet konu­larının bile endişe edilen hastalıkla ilgili olması dikkat çekici diğer özelliklerdir. Bu hastaların tıbbi öyküleri çok sayıda hekim başvurusu ve yinelenen tetkiklerle, hekim-hasta ilişkisinde yaşanan sorunlar ve öfke duygularıyla doludur. Bu kişiler genellikle yeterli ilgi ve tıbbi bakım görmediklerinden yakınırlar ve psikiy­atrik konsültasyona sıklıkla direnirler. Hastalık kaygısıyla tekrarlanan tıbbi muayene ve tetkikler ekonomik kayıpların yanı sıra, iyatrojenik komp­likasyonlara da yol açabilir. Hipokondriyazis klini­ğinde vurgulanması gereken diğer bir unsur depre- sif bir sürecin veya bir anksiyete bozukluğunun varolan tabloya sıklıkla eşlik edebildiğidir. Schwenzer 152 olgu ile yaptığı bir çalışmada hipokondriyak hastalarda sosyal anksiyete ve sosyal fobik özelliklerin kontrol grubuna oranla belirgin derecede yüksek olduğu sonucuna varmıştır.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”DSM ÖLÇÜTLERİ”] TANI ÖLÇÜTLERİ/KRİTERLERİ

  • Kişinin beden işlevlerini ya da bedensel semptomlarını yanlış yorumlayarak bedensel bir hastalığı olduğundan ya da olacağından endişe etmesi ve zihninin sürekli olarak bu konularla meşgul olması.
  • Bu şikayet ve endişe ile gittiği hastanelerde ve doktorlarda yeterli muayene, tetkik ve değerlendirmeler yapılmasına ve güvence verilmesine karşın, endişesinin devam etmesi.
  • Kişinin sağlığı ile ilgili endişe ve değerlendirmesi somatik tip hezeyanlı bozuklukta olduğu gibi sanrı düzeyinde değildir.
  • Kişinin sağlığı ile ilgili endişesi vücut dismorfik bozuklukta olduğu gibi görünümü ile ilgili endişelerle sınırlı değildir.
  • Kişinin sağlığı ile ilgili zihinsel uğraşıları ve endişesi belirgin sosyal ve mesleki işlev bozukluğuna neden olur.
  • Bozukluğun süresi en az 6 aydır
[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”TİPLERİ/ÇEŞİTLERİ”] Tab 1 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”SIKLIK VE YAYGINLIK”] SIKLIK VE YAYGINLIK
Hipokondriyazisin genel nüfus içindeki yaygınlığı tam olarak bilinmemekle birlikte, sağlık kurumlarına başvuranlardaki yaygınlığının %4 ile %9 arasında olduğu bildirilmektedir. Her iki cinsiyette de benzer oranlarda görülür. Hipokondriyazis herhangi bir yaşta başlayabilir, ancak hastaların çoğunda belirti­ler erken erişkinlik döneminde ortaya çıkar. Seyir genellikle süreğendir, alevlenme ve yatışma dönem­leri şeklinde dalgalı bir gidiş gösterir. Aralarda tam düzelmeler olabilir. Hastalık dönemleri aylarca hatta bazen yıllarca sürebilir. Psikososyal stres kaynakları yeni atakları tetikleyebilir. Hastalığın seyri sırasında ciddi ekonomik kayıplar, sosyal veya mesleki işlevsel­lik kaybı sık görülür. Yakın geçmişe kadar prognozu iyi olmayan ve tedavisi çok güç bir hastalık olarak kabul edilen hipokondriyazis günümüzde çok daha etkin biçimde tedavi edilebilmektedir.
Kontrollü çalışmalar olmamakla birlikte bazı yazarlar olguların yaklaşık yarısında düzelme sağlanabildiğini belirtmektedir. Ani başlangıç, tedavi edilebilir genel tıbbi bir durumun eşlik etmesi, kişilik bozukluğunun bulunmaması, yüksek sosyoekonomik düzey ve belirgin ikincil kazançların olmaması iyi prognoz göstergeleri arasındadır
[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”BELİRTİLERİ VE NEDENLERİ”] hipokondriyazis Belirtileri;

  • Kişi geçmişte bir çok doktora gittiyse, hatta gerçekten ciddi bir hastalığı olduğuna inanan bir doktorda karar kıldıysa,
  • Kişi son zamanlarda ciddi bir kayıp ya da stres yaratan bir olay yaşadıysa
    Kişi spesifik bir organ ya da sistem (kalp ya da sindirim sistemi gibi) üzerine aşırı endişeliyse,
  • Kişinin belirtileri ya da endişelendiği bölge değişebiliyorsa,
  • Doktorun görüşleri kişiyi rahatlatmıyor, kişi doktora inanmıyor ya da doktorun bir hata yapmış olduğunu düşünüyorsa,
  • Kişinin hastalık endişesi iş, aile ve sosyal hayatını zedeliyorsa,
  • Kişi anksiyete, gerginlik ve/veya depresyondan yakınıyorsa
    dikkatli olunması gerekmektedir.

hipokondriyazis nedenleri-Etiyoloji
Hipokondriyazis etiyolojisi ile ilgili dört temel kuram­dan söz edilmektedir. İlk kuram normal beden duyumlarının abartılı biçimde algılanması ile ilgilidir. Bu hastalar kendi bedensel duyumlarını diğer­lerinden belirgin olarak algılamakta ve bu durumu varlığından endişe ettikleri hastalığın kanıtı olarak yorumlamaktadır. Bu hatalı algılamalar zaten yüksek olan kaygı düzeyini daha da arttırmakta, bu da bedensel uyaranları şiddetlendirerek olayın kısır döngüye dönüşmesine yol açmaktadır . Haenen ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada hipokondriyak hastalar ve sağlıklı kontrol olguları, dikkat bedene yöneltildiği ve başka bir yere istemli olarak çekildiği durumlarda değerlendirilmiş; her iki durumda da beden duyumlarının bildirilmesi hipokondriyak hastalarda anlamlı derecede yüksek bulunmuştur.
Dikkati çeken diğer bir unsur bu kişilerdeki sağlık ve hastalıkla ilgili hatalı ve çarpıtılmış düşüncelerin (kognisyonlar) ön planda olmasıdır. “Bedensel belirtiler her zaman bir hastalık habercisidir”, “iyi olduğunuza emin olabilirsiniz, ama hasta olmadığınıza emin olamazsınız” ya da “doktorlar sık sık teşhis hatası yaparlar” gibi inanışlar söz konusu olabilir. Dikkatin bu tür düşünceler doğrultusunda seçici hale gelmesi nedeniyle hasta­lar çevrelerinden, gazete haberlerinden veya daha önce gittikleri hekimlerden kendi inanışlarını destekleyecek ifadeleri aktarırlar. Kısır döngü nedeniyle giderek artan kaygı düzeyi ve hatalı yorumlanan duyumlar nedeniyle ciddi bir hastalığı olduğuna ilişkin inancı pekişen hastalar, tekrarlayıcı biçimde güvence arayışına girer ve muayene ve tetkikleri izleyerek ancak kısa süreli bir rahatlama dönemi yaşayabilirler
Psikodinamik kurama göre hipokondriyaziste başkalarına yönelik agressif ve hostil arzular; bastır­ma veya yer değiştirme mekanizmasıyla bedensel yakınmalara dönüşür. Geçmişteki hayal kırıklıkları, kayıplar veya reddedilmeler böyle bir öfkeye kay­naklık edebilmektedir. Bazı yazarlar suçluluk hissine karşı egonun bir savunma düzeneği olarak hipokondriyazisi kullandığını belirtmektedir.
Öğrenme kuramına göre psikososyal öğrenme süre­ci bu hastalığın etiyolojisinde önemli bir rol oyna­maktadır. Burada hastalık rolünün öğrenilmesi ve sosyal ilgi, iletişim veya başka türlü bir ikincil kazanç ile bu rolün pekişmesi söz konusudur.
Etiyoloji ile ilgili bir diğer kuram da hipokondri- yazisin depresif bozukluklar, anksiyete bozuklukları ve kişilik bozuklukları gibi diğer psikiyatrik hastalık­ların farklılaşmış bir formu olduğu biçimindedir.
Barsky ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada hipokondriyak kişilerin yaşam öykülerinde kontrol grubuna göre anlamlı derecede fazla çocukluk çağı travma öyküsü bulunduğu, bunların çoğunlukla cin­sel taciz veya ciddi fiziksel şiddet şeklinde olduğu bildirilmiş; bu hastaların travma yönünden araştırıl­ması gerektiği vurgulanmıştır.
[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”GİDİŞAT VE SONLANIM”] hipokondriyazis  prognoz-gidiş ve sonlanış
Epizodikve kroniktir.
1/3 yada yarısıiyi derecede düzelir.
İyi prognozgöstergeleri; yüksek sosyo-ekonomik düzey, tedaviye yanıt veren anksiyeteya da depresyonun varlığı, ani başlangıç, kişilik bozukluğu olmaması, başka tıbbi hastalığın eşlik etmemesidir. [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”AYIRICI TANI VE EKTANILAR”] Ayırıcı Tanı
Ayırıcı tanıda öncelikle önem verilmesi gereken konu genel tıbbi bir hastalığın varlığının araştırılmasıdır. Yaygın anksiyete bozukluğu, obsesif-kompulsif bozukluk, panik bozukluğu, majör depresyon, ayrıl­ma anksiyetesi ve psikotik bozukluklar ayırıcı tanıda yer almalıdır. Diğer somatoform bozukluklardan konversiyon bozukluğunda nörolojik bir bozukluğu düşündürebilecek yalnızca bir veya iki semptomun olması; somatizasyon bozukluğunda hastanın hastalığa değil çok sayıda ve birden fazla sisteme ilişkin semptomlara odaklanmış olması; ağrı bozuk­luğunun ağrı semptomları ile sınırlı kalması; beden dismorfik bozukluğunda bedensel eksiklik veya çirkinlikle ilgili öznel kaygıların bulunması ile ayırıcı tanıya gidilir.
[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”KOMPLİKASYONLAR-İNTİHAR”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”TEDAVİ”] hipokondriyazis Tedavisi
Etkin tedavinin ne olduğuna ilişkin kontrollü çalışma sonuçları henüz belirgin olmamakla birlikte, bilişsel davranışçı tedavi uygulanabilirliği ve olumlu sonuçları nedeniyle en fazla önerilen yaklaşımdır. Tedavi yaklaşımı ne olursa olsun hastayla güven ilişk­isinin kurulması; içgörünün sağlanması ve tedavi işbirliğinin oluşturulması çok önemlidir. Tanı konula­mamış ve fiziksel bir sorunu olduğuna inanan has­tayla tedavi işbirliğini oluşturmak klinik bilgi ve deneyim gerektirir. Nitekim bu hastaların psikiyatrik konsültasyona ne kadar dirençli olduğu bilinmekte­dir. Bu nedenle hipokondriyak hastaların tedavisinin birinci basamak sağlık birimlerinde yapılması gerek­tiği ileri sürülmektedir.
Tedavideki temel ilkelerden biri eşlik eden diğer psikiyatrik bozuklukların saptan­ması ve tedavi edilmesidir. Anksiyete bozuklukları veya depresyon tedavisinin hipokondriyazisin klinik görünümünde olumlu değişiklikler yaptığı bildirilmektedir. Seçici serotonin geri alım engelleyi­ci (SSRI grubu) antidepresan ilaçların olumlu etki­lerinden söz edilmektedir. Fluoksetin ile yapılan plasebo kontrollü bir çalışmada ilacın olumlu etkileri bildirilmiş, ancak aynı çalışmada plaseboya yanıtın da yüksek olduğu vurgulanmıştır.
Bilişsel davranışçı terapide hastanın hipokondriyazis hakkında bil­gilendirilmesi, bedensel duyumlarla kaygı düzeyi arasındaki ilişkinin gösterilmesi, tıbbi güvence arama davranışının engellenerek hastanın kaçındığı kaygıy­la karşılaştırılmasının ve onunla başa çıkmasının sağlanması, hatalı algılama ve yorumlamaların düzeltilmesi, daha uyumlu davranış kalıplarının yer­leştirilmesi amaçlanır. Olaylarla ilgili duygu, düşünce, davranışlar ve bedensel belirtilerin kaydedildiği günlüklerin tutulması, stresle başa çıkma ve sorun çözme eğitimi, kaçınma davranışlarının belirlenerek engellenmesi yoluyla bu amaçlara ulaşılmaya çalışılır. Grup terapilerinin de hipokondriyazis tedavisinde yararlı olduğuna ilişkin yayınlar mevcuttur.
[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”VAKA/OLGU ÖRNEĞİ”] Tab 1 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”İLGİLİ VİDEO”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”KAYNAKLAR”] Tab 3 content place [/fruitful_tab] [/fruitful_tabs]

HİPOKONDRİYAZİS BOZUKLUĞU – HASTALIK HASTALIĞI

[fruitful_tabs type=”vertical” width=”100%” fit=”false”] [fruitful_tab title=”TANIMI VE TARİHSEL KÖKENLERİ”]

HİPOKONDRİYAZİS BOUZKLUĞU NEDİR- HASTALIK HASTALIĞI NEDİR?

Hipokondriyazis beden belirtilerinin gerçekçi olmayan bir biçimde veya hatalı yorumlanması­na bağlı olarak kişinin ciddi bir hastalığı olduğu ya da olacağı biçiminde yoğun zihinsel uğraşılar ile karakterize psikiyatrik bir bozukluktur. Yeterli tıbbi değerlendirme ve hekimler tarafından verilen çeşitli güvencelere karşın zihinsel uğraşların sürmesi, bu düşüncelerin hezeyan düzeyinde olmaması (kişi zaman zaman aslında bir sorununun olmayabile­ceğini veya abartmış olabileceğini kabul eder) ve yalnızca dış görünüm ile ilgili belirli bir kaygı ile sınır­lı olmaması tanı için gereklidir. Bu düşünceler klinik olarak belirgin bir sıkıntıya ya da mesleki, toplumsal ve diğer önemli yaşam alanlarında işlevsellik kaybına yol açar.

Bu bozukluğun en az altı ay sürmesi ve bedensel hastalık kaygısının yaygın anksiyete bozuk­luğu, obsesif-kompulsif bozukluk, panik bozukluğu, major depresyon, ayrılma anksiyetesi ya da diğer bir somatoform bozukluk ile açıklanamaması hipokond- riyazis için bir diğer tanı ölçütüdür. Dünya Sağlık Örgütü’nün hipokondriyazis tanı ölçütleri temel olarak Amerikan Psikiyatri Birliği’nin DSM-IV tanı ölçütleriyle örtüşmektedir. Hipokondriyazisteki zihinsel uğraşlar bedensel işlevlerle (çarpıntı, ter­leme gibi); önemsiz, sıradan bedensel sorunlarla (arasıra olan öksürük, küçük yaralar gibi) veya müphem ve değişken beden algılarıyla (damarların sızlaması, kalbin yorulması gibi) ilgili olabilir. Kişi bu belirtileri, varlığından kuşkulandığı hastalığın işaret­leri olarak algılar veya yorumlar. Hastalık kaygısı aynı anda veya değişik zamanlarda değişik organ sistem­lerini içerecek şekilde olabileceği gibi, tek bir organ veya hastalıkla da (kalp hastalığı veya beyin tümörü bulunduğu kaygısı gibi) sınırlı olabilir.

Yeterli muayene ve tıbbi incelemelerin herhangi bir hastalık varlığını doğrulamamasına, şüphelenilen hastalığın yol açması gereken sorun ve sonuçların görülmeme­sine ve tekrarlanan güvencelere karşın bu kaygılar devam eder. Ancak bu inanç hezeyanlı bozukluğun somatik tipinde olduğu gibi kesin ve değişmez değildir. Kişi ciddi bir hastalığının olmasıyla ilgili kaygılarının aşırı ya da anlamsız olduğunu kabul etmiyorsa ve hezeyanlı bozukluk tanısı dışlanmışsa, içgörünün yetersiz olduğu belirtilir.

Hipokondriyak hastalar kendi bedensel uyaranlarına duyarlı olduk­ları gibi, başka kişilerin hastalıklarını duyduklarında ya da hastalıkla ilgili yazılar okuduklarında da aşırı düzeyde endişelenirler. Sağlıkla ilgili kitapların okun­ması, sağlık programlarının izlenmesi, sohbet konu­larının bile endişe edilen hastalıkla ilgili olması dikkat çekici diğer özelliklerdir. Bu hastaların tıbbi öyküleri çok sayıda hekim başvurusu ve yinelenen tetkiklerle, hekim-hasta ilişkisinde yaşanan sorunlar ve öfke duygularıyla doludur. Bu kişiler genellikle yeterli ilgi ve tıbbi bakım görmediklerinden yakınırlar ve psikiy­atrik konsültasyona sıklıkla direnirler. Hastalık kaygısıyla tekrarlanan tıbbi muayene ve tetkikler ekonomik kayıpların yanı sıra, iyatrojenik komp­likasyonlara da yol açabilir. Hipokondriyazis klini­ğinde vurgulanması gereken diğer bir unsur depre- sif bir sürecin veya bir anksiyete bozukluğunun varolan tabloya sıklıkla eşlik edebildiğidir. Schwenzer 152 olgu ile yaptığı bir çalışmada hipokondriyak hastalarda sosyal anksiyete ve sosyal fobik özelliklerin kontrol grubuna oranla belirgin derecede yüksek olduğu sonucuna varmıştır.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”DSM ÖLÇÜTLERİ”]

TANI ÖLÇÜTLERİ/KRİTERLERİ

  • Kişinin beden işlevlerini ya da bedensel semptomlarını yanlış yorumlayarak bedensel bir hastalığı olduğundan ya da olacağından endişe etmesi ve zihninin sürekli olarak bu konularla meşgul olması.
  • Bu şikayet ve endişe ile gittiği hastanelerde ve doktorlarda yeterli muayene, tetkik ve değerlendirmeler yapılmasına ve güvence verilmesine karşın, endişesinin devam etmesi.
  • Kişinin sağlığı ile ilgili endişe ve değerlendirmesi somatik tip hezeyanlı bozuklukta olduğu gibi sanrı düzeyinde değildir.
  • Kişinin sağlığı ile ilgili endişesi vücut dismorfik bozuklukta olduğu gibi görünümü ile ilgili endişelerle sınırlı değildir.
  • Kişinin sağlığı ile ilgili zihinsel uğraşıları ve endişesi belirgin sosyal ve mesleki işlev bozukluğuna neden olur.
  • Bozukluğun süresi en az 6 aydır
[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”TİPLERİ/ÇEŞİTLERİ”] Tab 1 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”SIKLIK VE YAYGINLIK”]

SIKLIK VE YAYGINLIK

Hipokondriyazisin genel nüfus içindeki yaygınlığı tam olarak bilinmemekle birlikte, sağlık kurumlarına başvuranlardaki yaygınlığının %4 ile %9 arasında olduğu bildirilmektedir. Her iki cinsiyette de benzer oranlarda görülür. Hipokondriyazis herhangi bir yaşta başlayabilir, ancak hastaların çoğunda belirti­ler erken erişkinlik döneminde ortaya çıkar. Seyir genellikle süreğendir, alevlenme ve yatışma dönem­leri şeklinde dalgalı bir gidiş gösterir. Aralarda tam düzelmeler olabilir. Hastalık dönemleri aylarca hatta bazen yıllarca sürebilir. Psikososyal stres kaynakları yeni atakları tetikleyebilir. Hastalığın seyri sırasında ciddi ekonomik kayıplar, sosyal veya mesleki işlevsel­lik kaybı sık görülür. Yakın geçmişe kadar prognozu iyi olmayan ve tedavisi çok güç bir hastalık olarak kabul edilen hipokondriyazis günümüzde çok daha etkin biçimde tedavi edilebilmektedir.

Kontrollü çalışmalar olmamakla birlikte bazı yazarlar olguların yaklaşık yarısında düzelme sağlanabildiğini belirtmektedir. Ani başlangıç, tedavi edilebilir genel tıbbi bir durumun eşlik etmesi, kişilik bozukluğunun bulunmaması, yüksek sosyoekonomik düzey ve belirgin ikincil kazançların olmaması iyi prognoz göstergeleri arasındadır

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”BELİRTİLERİ VE NEDENLERİ”]

hipokondriyazis Belirtileri;

  • Kişi geçmişte bir çok doktora gittiyse, hatta gerçekten ciddi bir hastalığı olduğuna inanan bir doktorda karar kıldıysa,
  • Kişi son zamanlarda ciddi bir kayıp ya da stres yaratan bir olay yaşadıysa
    Kişi spesifik bir organ ya da sistem (kalp ya da sindirim sistemi gibi) üzerine aşırı endişeliyse,
  • Kişinin belirtileri ya da endişelendiği bölge değişebiliyorsa,
  • Doktorun görüşleri kişiyi rahatlatmıyor, kişi doktora inanmıyor ya da doktorun bir hata yapmış olduğunu düşünüyorsa,
  • Kişinin hastalık endişesi iş, aile ve sosyal hayatını zedeliyorsa,
  • Kişi anksiyete, gerginlik ve/veya depresyondan yakınıyorsa
    dikkatli olunması gerekmektedir.

hipokondriyazis nedenleri-Etiyoloji

Hipokondriyazis etiyolojisi ile ilgili dört temel kuram­dan söz edilmektedir. İlk kuram normal beden duyumlarının abartılı biçimde algılanması ile ilgilidir. Bu hastalar kendi bedensel duyumlarını diğer­lerinden belirgin olarak algılamakta ve bu durumu varlığından endişe ettikleri hastalığın kanıtı olarak yorumlamaktadır. Bu hatalı algılamalar zaten yüksek olan kaygı düzeyini daha da arttırmakta, bu da bedensel uyaranları şiddetlendirerek olayın kısır döngüye dönüşmesine yol açmaktadır . Haenen ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada hipokondriyak hastalar ve sağlıklı kontrol olguları, dikkat bedene yöneltildiği ve başka bir yere istemli olarak çekildiği durumlarda değerlendirilmiş; her iki durumda da beden duyumlarının bildirilmesi hipokondriyak hastalarda anlamlı derecede yüksek bulunmuştur.

Dikkati çeken diğer bir unsur bu kişilerdeki sağlık ve hastalıkla ilgili hatalı ve çarpıtılmış düşüncelerin (kognisyonlar) ön planda olmasıdır. “Bedensel belirtiler her zaman bir hastalık habercisidir”, “iyi olduğunuza emin olabilirsiniz, ama hasta olmadığınıza emin olamazsınız” ya da “doktorlar sık sık teşhis hatası yaparlar” gibi inanışlar söz konusu olabilir. Dikkatin bu tür düşünceler doğrultusunda seçici hale gelmesi nedeniyle hasta­lar çevrelerinden, gazete haberlerinden veya daha önce gittikleri hekimlerden kendi inanışlarını destekleyecek ifadeleri aktarırlar. Kısır döngü nedeniyle giderek artan kaygı düzeyi ve hatalı yorumlanan duyumlar nedeniyle ciddi bir hastalığı olduğuna ilişkin inancı pekişen hastalar, tekrarlayıcı biçimde güvence arayışına girer ve muayene ve tetkikleri izleyerek ancak kısa süreli bir rahatlama dönemi yaşayabilirler

Psikodinamik kurama göre hipokondriyaziste başkalarına yönelik agressif ve hostil arzular; bastır­ma veya yer değiştirme mekanizmasıyla bedensel yakınmalara dönüşür. Geçmişteki hayal kırıklıkları, kayıplar veya reddedilmeler böyle bir öfkeye kay­naklık edebilmektedir. Bazı yazarlar suçluluk hissine karşı egonun bir savunma düzeneği olarak hipokondriyazisi kullandığını belirtmektedir.

Öğrenme kuramına göre psikososyal öğrenme süre­ci bu hastalığın etiyolojisinde önemli bir rol oyna­maktadır. Burada hastalık rolünün öğrenilmesi ve sosyal ilgi, iletişim veya başka türlü bir ikincil kazanç ile bu rolün pekişmesi söz konusudur.

Etiyoloji ile ilgili bir diğer kuram da hipokondri- yazisin depresif bozukluklar, anksiyete bozuklukları ve kişilik bozuklukları gibi diğer psikiyatrik hastalık­ların farklılaşmış bir formu olduğu biçimindedir.

Barsky ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada hipokondriyak kişilerin yaşam öykülerinde kontrol grubuna göre anlamlı derecede fazla çocukluk çağı travma öyküsü bulunduğu, bunların çoğunlukla cin­sel taciz veya ciddi fiziksel şiddet şeklinde olduğu bildirilmiş; bu hastaların travma yönünden araştırıl­ması gerektiği vurgulanmıştır.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”GİDİŞAT VE SONLANIM”]

hipokondriyazis  prognoz-gidiş ve sonlanış

Epizodikve kroniktir.
1/3 yada yarısıiyi derecede düzelir.
İyi prognozgöstergeleri; yüksek sosyo-ekonomik düzey, tedaviye yanıt veren anksiyeteya da depresyonun varlığı, ani başlangıç, kişilik bozukluğu olmaması, başka tıbbi hastalığın eşlik etmemesidir. [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”AYIRICI TANI VE EKTANILAR”]

Ayırıcı Tanı

Ayırıcı tanıda öncelikle önem verilmesi gereken konu genel tıbbi bir hastalığın varlığının araştırılmasıdır. Yaygın anksiyete bozukluğu, obsesif-kompulsif bozukluk, panik bozukluğu, majör depresyon, ayrıl­ma anksiyetesi ve psikotik bozukluklar ayırıcı tanıda yer almalıdır. Diğer somatoform bozukluklardan konversiyon bozukluğunda nörolojik bir bozukluğu düşündürebilecek yalnızca bir veya iki semptomun olması; somatizasyon bozukluğunda hastanın hastalığa değil çok sayıda ve birden fazla sisteme ilişkin semptomlara odaklanmış olması; ağrı bozuk­luğunun ağrı semptomları ile sınırlı kalması; beden dismorfik bozukluğunda bedensel eksiklik veya çirkinlikle ilgili öznel kaygıların bulunması ile ayırıcı tanıya gidilir.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”KOMPLİKASYONLAR-İNTİHAR”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”TEDAVİ”]

hipokondriyazis Tedavisi

Etkin tedavinin ne olduğuna ilişkin kontrollü çalışma sonuçları henüz belirgin olmamakla birlikte, bilişsel davranışçı tedavi uygulanabilirliği ve olumlu sonuçları nedeniyle en fazla önerilen yaklaşımdır. Tedavi yaklaşımı ne olursa olsun hastayla güven ilişk­isinin kurulması; içgörünün sağlanması ve tedavi işbirliğinin oluşturulması çok önemlidir. Tanı konula­mamış ve fiziksel bir sorunu olduğuna inanan has­tayla tedavi işbirliğini oluşturmak klinik bilgi ve deneyim gerektirir. Nitekim bu hastaların psikiyatrik konsültasyona ne kadar dirençli olduğu bilinmekte­dir. Bu nedenle hipokondriyak hastaların tedavisinin birinci basamak sağlık birimlerinde yapılması gerek­tiği ileri sürülmektedir.

Tedavideki temel ilkelerden biri eşlik eden diğer psikiyatrik bozuklukların saptan­ması ve tedavi edilmesidir. Anksiyete bozuklukları veya depresyon tedavisinin hipokondriyazisin klinik görünümünde olumlu değişiklikler yaptığı bildirilmektedir. Seçici serotonin geri alım engelleyi­ci (SSRI grubu) antidepresan ilaçların olumlu etki­lerinden söz edilmektedir. Fluoksetin ile yapılan plasebo kontrollü bir çalışmada ilacın olumlu etkileri bildirilmiş, ancak aynı çalışmada plaseboya yanıtın da yüksek olduğu vurgulanmıştır.

Bilişsel davranışçı terapide hastanın hipokondriyazis hakkında bil­gilendirilmesi, bedensel duyumlarla kaygı düzeyi arasındaki ilişkinin gösterilmesi, tıbbi güvence arama davranışının engellenerek hastanın kaçındığı kaygıy­la karşılaştırılmasının ve onunla başa çıkmasının sağlanması, hatalı algılama ve yorumlamaların düzeltilmesi, daha uyumlu davranış kalıplarının yer­leştirilmesi amaçlanır. Olaylarla ilgili duygu, düşünce, davranışlar ve bedensel belirtilerin kaydedildiği günlüklerin tutulması, stresle başa çıkma ve sorun çözme eğitimi, kaçınma davranışlarının belirlenerek engellenmesi yoluyla bu amaçlara ulaşılmaya çalışılır. Grup terapilerinin de hipokondriyazis tedavisinde yararlı olduğuna ilişkin yayınlar mevcuttur.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”VAKA/OLGU ÖRNEĞİ”] Tab 1 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”İLGİLİ VİDEO”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”KAYNAKLAR”] Tab 3 content place [/fruitful_tab] [/fruitful_tabs]

DİĞER MADDE KULLANIM BOZUKLUKLARI

DİĞER MADDE KULLANIM BOZUKLUKLARI

Sıklık ve Yaygınlık

Psikoaktif madde bağımlılığı dünyanın gelişmiş, gelişmemiş birçok ülkesinde önemli toplumsal, ekonomik ve sağlık sorunları oluşturmaktadır. Bunlardan en yaygın olanları alkol ve sigaradır. Daha az yaygın olanlar arasında esrar, opium ve türevleri, kokain, benzodiazepinler, amfetamin gibi uyarıcılar sayılabilir.

Bu maddelerin kullanım sıklığı tam olarak bilinmemektedir. Ancak maddelerin kullanımı çağdan çağa, ülkeden ülkeye değişiklik gösterir. Kuzey Amerika’da yapılan bir çalışmada nüfusun %33’ünün yaşamlarının herhangi bir döneminde en az bir kez psikoaktif madde kullandıklarını ortaya koymuştur. 1980’li yıllardan beri ABD’de esrar, eroin, LSD kullanımının azaldığı, buna karşılık kokain kullanımının arttığı bildirilmektedir.

Ülkemizde uyuşturucu ya da uyarıcı madde kullanımı ve satışı çok ağır bir biçimde cezalandırıldığı için bu kişilerin hekime ya da hastaneye kendi istekleri ile başvurmaları nadirdir. Bu nedenle yaygınlığı tam olarak bilinmemektedir. Ülkemizde psikoaktif maddelerin kullanım sıklığı son yıllarda artmakla birlikte, bu oranın batı ülkelerine kıyasla düşük olduğu kesindir.

Oluş Nedenleri

1. Kişilik etkenleri: Psikoaktif madde kullanan kişilere özgü özgül bir kişilik özelliği saptanmamıştır. Bununla birlikte bu hastaların çoğunda aşırı güvensizlik, bağımlılık, benlik zayıflığı, engellenmeye dayanma eşiğinde düşüklük, bunaltı, panik, depresyon ve aşırı yılgınlık durumlarının sık yaşanması; güvensizlik, güçsüzlük ve başarısızlığı kapatabilmek için otoriteye karşı gelme, yasaları ve kuralları çiğneme eğilim gibi özellikler bulunmaktadır.

2. Çevresel etkenler: Toplumsal çevrenin, arkadaş gruplarının, maddenin kolay elde edilebildiği bir ortamın, madde kullanımının prestij, güç ve üstünlük sağladığı ortamların rolü büyüktür. Ancak, toplumsal değer yargılarının madde kullanımına karşı çıktığı ve desteklemediği ortamlarda madde kolay elde edilebilse bile kullanımı çok düşük olabilmektedir.

3. İyatrojenik nedenler: Opium preparatlarının ve beznodiazepinlerin hastaya sık ve kolay verilmesi bağımlılığa yol açabilir. Ülkemizdeki benzodiazepin bağımlılığının çoğu iyatrojeniktir.

Opioidlere bağlı bozukluklar

Yaşam boyu bağımlılık ve kötüye kullanım riski ABD için %0.7 olarak bildirilmiştir. Morfin, eroin, metadon, kodein, oksikodon, hidromorfin (dilaudit), levorfenol, pentazosin, meperidin, propoksifin başlıca opium türevleridir. Başlıca fizyolojik etkileri, miyosis, pruritis, bulantı, bradikardi, kabızlıktır. Alındığında bir iyilik, gevşeme ve rahatlama, uyuşukluk hali, anoreksiya, cinsel dürtülerde azalma, aktivitede azalma ve kişilikte değişmeye neden olur. Akut zehirlenme sırasında kan basıncı düşer, kalp atımı ve solunum yavaşlar. Pupillalar küçülür, giderek refleksler alınmaz olur. Kan basıncı çok düşer, kalp atımı hızlanır ve zayıflar, solunum daha da yavaşlar. Refleksler kaybolur, siyanoz görülür. İlacın miktarına bağlı olarak koma ve ölümle sonuçlanır.

Bağımlılık kısa sürede oluşur. Kısa süre içerisinde fiziksel bağımlılık ve tolerans oluşur ve aynı etkiyi elde edebilmek için ilacın dozu artırılır. Opiyumu bırakma sendromu, kısa sürede gerginlik, huzursuzluk, sıkıntı ile başlar. Diğer klinik bulgular, ilaç açlığı, anksiyete, lakrimasyon, rinore, esneme, terleme, uykusuzluk, sıcak ya da soğuk terlemeler, kas ağrıları, karın krampları, dilate pupiller, tremor, bulantı kusma, diare ve vital bulgularda artış görülür. Belirtilerin şiddeti alınan doza ve bırakma hızına bağlıdır. Methadon gibi uzun yarılanma ömrü olan ilaçlarda bu belirtiler daha az, meperidin gibi kısa yarılanma ömrü olan ilaçlarda bu belirtiler daha fazladır Bilinç bu belirtiler sırasında açıktır. Bu durum 7-8 gün içinde yatışır. Bu ağır durumda tek doz morfin ile belirtiler yatıştırılabilir.

Opioidlerlerde bırakma sendromu 24-48 saat içinde tipik belirtileri ile belli olur. Çabuk tanı için opiyum anatgonisti olan naloksan intramüsküler yapılırsa bırakma belirtileri hemen görülür.

Sağaltım, akut zehirlenmede hava yolunun açık tutulması öncelikle gereklidir. Eğer opioid zehirlenmesi kesinse naloksan 0.4-0.8 mg i.v. yaşam kurtarıcı olur. Bu hastaların çoğu komada olduğu için, çoğu müdahele yapılamadan ölür. Bırakma sendromunun sağaltımında ise özellikle batı ülkelerinde metadon kullanılmaktadır. Hastaya ağızdan 30-40 mg methadon verilir. Ve bu doz genellikle bırakma belirtilerinin ortaya çıkmasını önler. Bu yöntemle bırakma sendromu genellikle rahat ve komplikasyonsuz geçer. Türkiye’de methadon kullanımı yeni yeni tartışmaya açıldığı için henüz kullanılmamaktadır. Onun yerine benzodiazepinler, nöroleptikler kullanılmaktadır. Ancak bu ilaçlarla ağır bırakma belirtileri yeterince yatıştırılamamaktadır. Uzun süreli sağaltımda bazı ülkelerde uzun süreli methadon kullanılmaktadır, ancak bu ilacında bağımlılık riski olduğu için, bu, bir bağımlılığın yerine bir başkasının oluşmasına yol açmaktadır. Kişinin isteğine ve çabasına göre, bireysel ya da grup psikoterapileri altta yatan ruhsal bozukluğun sağaltımında yararlı olabilir. Bu tür bozukluklarda en önemli sağaltımın koruyucu sağaltım olduğu unutulmamalıdır.

Kanabinole bağlı bozukluklar

Esrarın (haşhaş, marijuana) etkin maddesi tetrahidrokannabinoldür. Bağımlılık gücü az olsa da mevcuttur. Sigara olarak içilirse etkisi2-4 saat, ağızdan alınırsa 5-12 saat sürmektedir. Esrar alındığında dış uyaranlara olan duyarlılık artar, ayrıntıcı bir algılama olur, renkler daha parlak ve zengin olur. Zaman ve yer algısı değişir, 5-10 dakikalık bir süre sanki saatlerce sürmüş gibi algılanır. Öföri, bilinçdışı inhibisyonların kalkması, sese karşı aşırı duyarlılık olur. Nadiren yanılsama ve varsanılar olur. Kişi bir yandan bu değişikliklerin gözlemcisidir. Esrar alan kişi düşüncelerinin netleştiğini, olayları daha açıkça algılayıp anladığını, farklı bir bilinç düzeyine ulaştığını ifade edebilir. Uzun süre esrar kullanan kişide bir yavaşlama, pasiflik istek ve canlılıkta sönme durumu doğabilir. Entelektüel düzeyde bir yıkım olmaz. Yatkın kişilerde şizofreni ya da paranoid psikoza neden olabilir. Bilinen bir bırakma sendromu yoktur.

Sedatifler, hipnotikler

Barbituratlar, metakualon, benzodiazepinler, meprobamat gibi sedatif ve bunaltı giderici ilçaçlarla önemli zehirlenme ve bağımlılık durumları ortaya çıkabilir. Merkezi sinir sistemi depresanlarıdır. Bağımlılık yaparlar. Ani bırakıldığında deliryuma ve epilepsi nöbetlerine yol açarlar. BU ilaçlarda bağımlılık durumu, zehirlenme ve bırakma belirtileri genellikle birbirine benzerdir. Bağımlılık durumunda hareketlerde, konuşma ve düşüncede yavaşlama, bellek zayıflaması, dikkat güçlüğü, duygusal dengesizlik ortaya çıkabilir. İlacın bırakılmasında sıkıntı, gerginlik, titreme, uyku bozukluğu, bulantı, kusma ve algı bozukluğu olur. Ağır bağımlılık durumunda birden bırakma konvulsiyonlara, ağır deliryuma ve kardiyovasküler kollapsa yol açabilir. BU nedenle ilaçların yavaş yavaş bırakılarak azaltılması gerekir.

Bu ilaçlar hekimlikte sık kullanılır. Fakat ilaç yazılmasının ve satılmasının sıkı denetimi zorunludur. BU denetimin etkisiyle son yıllarda ülkemizde bu ilaçların tüketimi, bağımlılığı ve zehirlenme olayları çok azaltılmıştır.

Akut ve ağır zehirlenme durumları genellikle özkıyım girişimlerinde ve çocuklarda ilacın kaza eseri alınması ile olur. Bu durumlarda özel bir antidot ilaç yoktur. Hastanın vücudundan ilaç atılıncaya dek yaşamsal işlevlerin korunması temel sağaltım ilkesidir.

Amfetaminler

Sentetik ilaçlardır ve merkezi sinir sitemine olan uyarıcı ve sempatomimetik etkileri ile canlılık, güçlülük verirler. Uykuyu önlerler. Türkiye’de satım ve kullanımı 1975 yılından beri yasak olduğu için bu ilaca bağlı bağımlılık ve zehirlenme olayları gözlenmemektedir. Uzun süre kullanımı ile bağımlılık ve tolerans gelişir.

Akut zehirlenmede uykusuzluk, huzursuzluk, çarpıntı, hipertansiyon, anoreksiya, bulantı, kusma karın krampları, konvulsiyonlar, bilinç bulanıklığı, deliryum, yüksek ateş, koma ve ölüm görülür. Kronik zehirlenme ile iştahsızlık , sinirlilik, uykusuzluk, saldırganlık, işitme ve görme varsanıları ile belirli paranoid psikoz durumu ortaya çıkar. Amfetamine bağlı psikozu, paranoid psikozdan ayırdetmek güçtür. Aradaki fark, ilaca bağlı psikozun, ilacın kesilmesinden sonra birkaç gün ya da hafta içinde yatışmasıdır.

Bu ilaca bağlı bırakma belirtileri ağır durgunluk, yorgunluk, tedirginlik, sıkıntı, kabuslar , başağrısı, terleme, sıcak, soğuk basmaları kaslarda ağrılı kasılmalar olabilir. En tipik bırakma belirtisi depresyondur ve bunun bütün belirtilerini gösterebilir. Amfetamin psikozunda antipsikotikler, bırakmaya bağlıdepresyonda antidepresanlar ortaya çıkabilir.

Hallüsinojenler

LSD, meskalin, psilosibin, dimetiltriptamin, MDMA (ekstazi), fensiklidin (PCP)’in hepsi hallüsinojen olarak tanımlanırlar ve hallüsinasyonlar, sanrılar ve şiddetli affektif belirtilere yol açabilirler. Bu ilaçlarla algı artar ve yoğunlaşır, normalde algılanmayacak uyaranlar algılanır. Bazen görme ve işitme algısı birbirine karışır, rengi işitme, sesi görme gibi algılar (sinestezi) olabilir. Eski anıların anımsanması, bilinçdışı içeriğin açığa çıkması ve regresyona eğilim görülebilir. PCP kullanımı şiddete neden olabilir. PCP zehirlenmesinin fiizksel belirtileri nistagmus, myoklonus ve ataksidir.

Sağaltımında, uygun, uyaranların az olduğu bir ortamın sağlanıp, hastaya güven verilmesi ilk sırada yer alır. Otonomik belirtiler için beta blokerler, ajitasyon ve psikozlar için benzodiazepin ve nöroleptik ilaçlar verilebilir. Konfüzyonu artıracağı için antiklolinerjik ilaçlardan kaçınılmalıdır.

Kokain/OPİYATLAR

Son yıllarda özellikle zengin batı ülkelerinde önemli bir sorun haline gelmiş ve alkolden sonra en sık kullanılan ikinci psikoaktif madde haline gelmiştir. Amfetamin gibi santral sinir sistemini uyarıcı ve sempatomimetik etkisi vardır. Kişide öforiye, güven ve güçlülük duygusuna neden olur. Sürekli kullanımında paranoid sanrılara, şiddet davranışlarına, işitsel, görsel ve dokunsal varsanılara, otonomik panik ataklara neden olur. Süregen kullanıcılarda alım şekline bağlı olarak bronşit, nazal septum deviyasyonuna, rinit ve sinuzite neden olabilir. Yüksek dozlarda konvulsiyonlara, inmeye, solunum ve kalp durmasına neden olup ölüme yol açabilir. Fiziksel bağımlılığının olmadığı, fakat çok şiddetli psikolojik bağımlılığının olduğu kabul edilmektedir.

Diğer madde bağımlılıklarından kullanılan sağaltım yöntemleri kokain içinde geçerlidir.

ALKOL BAĞIMLILIĞI

[fruitful_tabs type=”vertical” width=”100%” fit=”false”] [fruitful_tab title=”TANIMI VE TARİHSEL KÖKENLERİ”]

ALKOL BAĞIMLILIĞI

TANI VE SINIFLAMA

Etil alkol meyve ve tahıllardaki karbonhidratların fermentasyonu sonucu kolayca elde edilebilmektedir. Bu nedenle tarih boyunca hemen hemen her toplumda alkollü içkiler bilinmekte ve kullanılmaktadır. Özellikle sanayi devriminden sonra alkol üretimi ve tüketimi hızla artmıştır. Doğal olarak alkole bağlı sorunlar da tüketime koşut olarak artmaktadır. Alkolün kişilerde yaptığı ağır ruhsal ve bedensel bozukluklar yanında; kişilerarası ilişkiler bozulmakta, aile içi sorunlar artmakta, çocuklar olumsuz yönde etkilenmektedir. İş ve trafik kazalarında, yaralama, öldürme ve özkıyım (intihar) olaylarında, iş ve işgücü yitimlerinde alkol en önemli sorumlu durumundadır.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) alkol bağımlısını ” uzun süre ve alışılmışın dışında alkol alan, alkole bağlı ruhsal-bedensel-toplumsal sağlığı bozulan, buna karşın durumunu değerlendiremeyen; değerlendirse bile alkol alma isteğini durduramayan, sağaltıma gereksinimi olan bir hastadır” diye tanımlar. Bir başka tanımında ise; alkolün işine engel olduğunu değil de işinin alkol almasına engel olduğunu düşünmeye başlayan kişiyi alkol bağımlısı olarak görür. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin (APA) sınıflamasında (DSM-IV) alkol bağımlılığı “Madde Kullanım Bozuklukları” başlığı altında ayrı bir bölüm olarak ele alınmıştır. Alkolizm “Alkol Kötüye Kullanımı” ve “Alkol Bağımlılığı” olarak 2 alt başlıkta incelenmiştir. Ayrıca direnç (tolerans) artımı ve yoksunluk belirtilerinin önemini vurgulamak için fizyolojik bağımlılığı olan ve olmayan olarak 2 alt bölüme ayrılmıştır.

 [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”DSM ÖLÇÜTLERİ”]

Madde bağımlılığı tanı ölçütleri:

  1. A) Maddenin kitinin uyumunu bozacak, klinik olarak belirgin bir rahatsızlığa yol açacak biçimde kullanılması, 12 aylık sürede aşağıdakilerden üçünün bulunma
  1. Direnç artımı (tölerans)
  2. Yoksunluk belirtilerinin olması ve bunları gidermek için madde alımını sürdürme
  3. Maddenin tasarlandığından fazla miktarda ve sürede alınması
  4. Madde kullanımını bırakmak ya da denetlemek için yineleyen çabalar
  5. Maddeyi elde etmek için ve madde etkisinde çok zaman harcama
  6. Madde etkisi altında olduğu için günlük işlerinin yerine getirememe
  7. Sosyal, bedensel ya da ruhsal bir sorunun varlığına karşın madde kullanımını sürdürme

Madde kötüye kullanımı tanı ölçütleri:

  1. Maddenin kişinin uyumunu bozacak, klinik olarak belirgin bir rahatsızlığa yol açacak biçimde kullanılması, 12 aylık sürede aşağıdakilerden bir ya da fazlasının bulunması
  1. Evde, işte ya da okulda yükümlülüklerini sürdürmesini önleyecek şekilde yineleyici biçimde madde kullanım
  2. Fiziksel tehlike yaratabilecek durumlarda madde etkisi altında alma
  3. Madde kullanımı ile ilişkili olarak yasal sorunların varlığı
  4. Sosyal yaşamda yineleyici ve kalıcı sorunlara yol açmış olmasına karşın kullanımı sürdürm
  5. B) Bu madde için kişinin bağımlılık tanısı almamış olması
[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”ALKOL KULLANIMI İLE İLİŞKİLİ BOZUKLUKLAR “]

1. ALKOL ZEHİRLENMESİ (ENTOKSİKASYONU)

Alkol zehirlenmesi, alkol alımı sırasında ya da sonrasında ortaya çıkan uyumsuz davranışsal değişikliklerle birlikte nörolojik belirtilerin de olduğu bir durumdur. Kan alkol düzeyi arttıkça zehirlenme belirtileri de artar. Fazla miktarda alkol alımı solunum depresyonu ve kusmaya bağlı aspirasyon , koma ve ölüme yol açabilir. ABD’de yasal zehirlenme olarak kabul edilen değer 80-100 mg/dl’dir. Ülkemizde bu değer 50 mg/dl’dir.

Patolojik sarhoşluk (İdyosenkratik alkol intoksikasyonu): Kimi kişilerde zehirlenme oluşturmayacak, az miktarlarda alkol alımı sonrasında saldırganlık ve şiddet davranışı ortaya çıkar. Birlikte konfüzyon, yönelim bozukluğu, görsel varsanılar, geçici sanrılar olabilir. Kişiler dürtüsel, saldırgan davranışlar gösterebilir ve başkaları için tehlikeli olabilirler. Özkıyım düşünceleri ya da girişimleri olabilir. Bu durum sıklıkla bir kaç saat sonra uzun bir uyku dönemi ile sona erer. Kişiler uyandıklarında bu dönemi anımsamazlar.

 

2. ALKOL YOKSUNLUĞU ve YOKSUNLUK DELİRYUMU (Deliryum Tremens)

Uzun süre ve fazla miktarda alkol kullanımından sonra alınan alkol miktarının azaltılması ya da kesilmesi sonucunda ortaya yoksunluk belirtileri çıkar. Bu belirtiler 6-8 saat içerisinde başlar, 2. ve 3. günler en üst düzeye ulaşır, 4 ve 5. günlerde azalır. Yorgunluk, beslenme bozukluğu, bedensel hastalıklar ve depresyon yoksunluk belirtilerini arttırabilirler. Genel olarak değerlendirildiğinde 3 grupta incelenebilir.

a) Nörolojik belirtiler: Baş ağrısı, ellerde, göz kapaklarında ve dilde yaygın kaba titremeler (tremorlar), konuşma bozukluğu (dizartri), denge bozukluğu, derin tendon reflekslerinde (DTR) artma, istemsiz kas kasılmaları (myoklonus), epileptik nöbet (rum fit) görülür. Gözlenen epileptik nöbet alkolün bırakılmasından 12-24 saat sonra ortaya çıkar, jeneralize, tonik klonik bir nöbettir. İlk nöbetten 3-6 saat sonra nöbet sıklıkla yineler. Alkolü bırakma öyküsü olsa bile altta yatabilecek kafa travması, enfeksiyon, tümör, serebrovasküler hastalık, hipoglisemi, hiponatremi, hipomagnesemi araştırılmalıdır. Alkol yoksunluğu sırasında görülen nöbette antiepileptik sağaltım gereksizdir.

b) Otonomik hiperaktivite belirtileri: Taşikardi, terleme, kan basıncının yükselmesi, göğüste sıkışma, yüzde kızarma, bulantı, kusma, ağız kuruluğu, sindirim güçlükleri gibi belirtilerdir.

c) Ruhsal belirtiler: Uykusuzluk, korkulu düşler, sıkıntı, kaygı, öfke, gerginlik, huzursuzluk, engellenme eşiğinde düşme, tartışma ve kavgacılık, konsantrasyon güçlüğü, algı bozuklukları görülebilir.

Deliryum Tremens: Alkolün bırakılmasından ya da azaltılmasından sonra sıklıkla ilk 72 saat içinde görülür, ancak ilk hafta içinde de ortaya çıkabilir. Hastaneye yatırılan alkol bağımlılarının %5’inde deliryum görülebilir. 5-15 yıl ağır içme döneminden sonra ortaya çıkar. Bedensel hastalıklar, enfeksiyon, beslenme bozuklukları ve kafa travmaları yatkınlık yaratır.

Deliryum tremensin başlıca klinik özelliği saatler ya da günler içinde gelişen ve gün içinde dalgalanmalar gösteren bilinç bozukluğudur. Bilinç bozukluğu çevrede olan bitenin ayırdında olma düzeyinin azalması şeklinde görülür. Hasta gün içinde açılıp kapanmalar gösterebilir. Kişinin dikkati ilgisiz uyaranlara dağılır, dikkati bir nokta üzerine odaklama yetisi bozulmuştur. Birlikte yönelim, bellek, dil ve yargılama bozuklukları bulunur. Konuşma dağınık ve ilgisizdir. Konudan konuya atlamalar olur. Canlı, kişiyi korkutan, ürküten görsel ve dokunsal varsanı ve yanılsamalar sıktır. Uyku uyanıklık döngüsü bozulmuştur. Huzursuzluk ve psikomotor ajitasyon eşlik eder. Yatak çarşaflarını çekiştirip durma, yataktan kalkmaya çalışma sık görülen belirtilerdir. Bunun yanında uykuya eğilim ve stupor görülebilir. Duygulanımda bunaltı, korku, panik, öfke, çökkünlük, öfori olabilir. Hastanın görünümü şaşkın, endişeli, dağınık, gergin ve huzursuzdur. Birlikte otonom sinir sistemi etkinliğinde belirgin artış vardır. Bu belirtiler tüm bedende yaygın titremeler, ateş, nabız ve kan basıncında artış, solunumda hızlanmadır. Dehidratasyon ve elektrolit bozuklukları (Na, K, Mg azlığı), enfeksiyona eğilim görülür. Epileptik nöbetler olabilir. Sağaltımı yapılmazsa ölüm riski %20 dolayındadır. Ölüm sıklıkla pnömoni, böbrek, karaciğer ve kalp yetmezliği nedeniyle olur.

3. Bunların dışında alkol kullanımının yol açtığı kalıcı demans, kalıcı amnestik bozukluk, Wernicke-Korsakoff sendromu , psikotik bozukluk, duygudurum bozuklukları, anksiyete bozuklukları, uyku bozukluğu, cinsel işlev bozuklukları görülebilir.

IX-ALKOL KULLANIMINA BAĞLI BEDENSEL BOZUKLUKLAR

Alkol tüm doku ve hücreler için zehirdir (toksik) Öncelikle ve özellikle sinir sistemini etkilemekle birlikte tüm doku ve sistemlerde bozukluklar görülür. Alkol bağımlısında bunun yanısıra bozuk beslenme düzeni nedeniyle gerekli olan vitaminler, mineraller, proteinler yeterince alınmaz. Buna bağlı olarak da bedensel bozukluklar gelişebilir (Tablo I).

TABLO I ALKOL KULLANIMININ YOL AÇTIĞI BEDENSEL BOZUKLUKLAR

Periferik nöropati İki yanlı eldiven çorap tarzında uyuşma, karıncalanma, ağrı. Distalden başlar proksimale ilerler
Serebellar dejenerasyon Ayakta durma ve yürüme güçlüğü, denge bozukluğu, nistagmus görülür.
Sinir Sistemi Santral pons miyelinozisi Disfaji, dizartri, afoni, kornea refleksinin yitimi, midriazis, felç, stupor, koma ve ölüm
Marchiava-Bignami hastalığı
Alkol ambliyopisi Görmede ilerleyici bozulma, skotomlar
Özefagus Özefajit, Barret metaplazi, Gastroözefagial reflü
Sindirim sitemi Karaciğer Karaciğerde yağlanma, alkolik hepatit, alkolik siroz, karaciğer işlevlerinde bozulma, hepatik koma
Mide Gastrit, ülser
Pankreas Pankreatit
Emilim bozuklukları Pellegra, beriberi, folik asit eksikliği, skorbüt
Kalp-damar sistemi Akolik kardiyomyopati, aritmiler, hipertansiyon, iskemik kalp hastalığı
Endokrin-üreme sistemi Kan şekeri düşmesi, ani kan şekeri artışları, cinsel işlevlerde bozulma, testiküler atrofi, adet düzensizlikleri
Kas-iskelet sistemi Myopati, osteoporoz, femur başı nekrozu, gut hastalığı
Kan hast. Ve immün sistem Megaloblastik anemi, immün sistem bozuklukları, otoimmün hastalıklar, viral enfeksiyon
Laboratuvar SGOT, SGPT, GGT, AF, trigliserid, kolesterol, ürik asit artışı
[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”SIKLIK VE YAYGINLIK”]

SIKLIK-YAYGINLIK (EPİDEMİYOLOJİ)

Sanayi devriminden sonra Batı toplumunda alkol tüketimi ve alkole bağlı sorunlar hızla artmıştır. Gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkelerde hızlı, düzensiz ve çarpık kentleşme; eğitim, sağlık, geçimsel (ekonomik) sorunlara koşut alkol tüketimi ve alkole bağlı sorunlar da artmaktadır. Alkol kötü kullanımının yaşam boyu riski kadınlarda %10, erkeklerde %20; alkol bağımlılığının yaşam boyu riski ise kadınlarda %3-5, erkeklerde %10’dur. Alkol bağımlılığı ve alkol kötü kullanımının birlikte yaşam boyu yaygınlığı %13,8 olarak bildirilmektedir. Yılda 200.000 kişi alkole bağlı bir sorundan ölmektedir. Otomobil kazalarında %75, kazadan ölümlerde %50 oranında, adam öldürmelerde %50, özkıyımlarda %25 oranında alkol sorumlu bulunmuştur. Alkol ortalama yaşam süresini en az 10 yıl kısaltmaktadır. Ayrıca başka bağımlılık yapan maddelere öncülük etmektedir.

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ise alkol tüketimi ve alkole bağlı sorunlar hızla artmaktadır. Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) verilerine göre (1987-1991-1995) Tekel’in ürettiği alkollü içkilerde çok önemli bir değişiklik olmamıştır. Ancak özel girişimcilerin ürettiği bira tüketimi üçe katlanmıştır. Yine özel girişimcilerin ürettiği şarap ve yurt dışından getirilen sert içkilerin (viski, votka, vb) tüketimi de hızla artmaktadır. Yine DİE verilerine göre; trafik kazalarından ölümler ve özkıyım olayları da artmaktadır. Bu olaylarda alkol birincil sorumludur.

Alkole başlama genelde delikanlılık dönemindedir. 10’lu yaşların ortaları (12-17) en sık alkole başlanılan yaşlardır. Alkol bağımlılığı ve alkol kullanımına bağlı yaşam sorunları 20-35, sağaltım için başvurular ise 40’lı yaşların başlarındadır. 45 yaşından sonra alkole başlama söz konusu ise altta yatan bir duygudurum bozukluğu ya da genel tıbbi duruma bağlı bir ruhsal bozukluk aranmalıdır. Alkole başlama yaşının erken olması ile alkol bağımlılığının ağır düzeyde olması, antisosyal kişilik bozukluğunun ve ailede bağımlılık öyküsünün daha sık bulunması arasında ilişkiden söz edilmektedir.

Alkole bağlı sorunlar beyaz ırkta daha sıktır. Alkol tüketimi coğrafi bölgelere, dinlere göre de değişmektedir. İslam, Hindu ve Baptist’lerde tüketim daha azdır. Tüm sosyoekonomik sınıflarda görülmektedir. Kentlerde kırsala göre daha yaygındır. Bazı mesleklerde alkol bağımlılığı daha sıktır. Alkollü içki satan yerlerde çalışanlar, oyuncular, yazarlar, denizciler, doktorlar arasında alkol kullanımı daha sıktır.

[fruitful_tab title=”ALKOL BAĞIMLILIĞI ÇEŞİTLERİ/ALT TİPLERİ”]

Alkol bağımlılığı Alt Tipleri

Alkolizm, kişinin ve toplumun birlikte ya da ayrı ayrı zararına olabilecek her türlü içki içme alışkanlığı şeklinde tanımlamış ve beş ana grupta sınıflamıştır:

A .Alfa alkolizm: Ruhsal ya da bedensel bir sıkıntıyı gidermek için olağan dışı alkol alma. Bu bir psikolojik bağımlılık durumudur.

B.Beta alkolizm: Olağan dışı alkol alma sonucu gastrit, polinevrit ve karaciğer hasarı gibi organik bozukluklar çıkmasına rağmen fiziksel bağımlılığın ortaya çıkmama durumu.

C.Gamma alkolizm: Alkole karşı psikolojik ve fiziksel bağımlılık oluşma, istemli denetimin ortadan kalkması (kontrol ile ilgili sorun vardır), içme isteğinin durdurulamaması, organik bozuklukların gelişmesi ve alkol bırakıldığında ağır yoksunluk bulgularının ortaya çıkması durumu.

D.Delta alkolizm: Daha ağır organik ve ruhsal bozuklukların ortaya çıkması, alkole karşı tolerans gelişmesi ve alkolün azaltılması veya kesilmesi durumunda ağır yoksunluk bulgularının görülmesi durumu.

E.Epsilon alkolizm (dipsomani): Zaman zaman kompulsif (dürtüsel) biçimde içme dönemlerinin görüldüğü durum. Kişi aşırı bir istek ve tutku ile alkol arar, bulunca su gibi içer ve günler hatta haftalar boyu süren bu dönemleri hatırlayamayabilir. (Şimdiki bilgilerimizle bunların yanısıra mizaç bozukluğu gösterebileceğini, ailede de benzer bozukluk öyküsü olabileceğini biliyoruz.)

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”BELİRTİLERİ VE NEDENLERİ”]

ALKOL BAĞIMLILIĞININ OLUŞ NEDENLERİ (ETYOLOJİ)

Alkol bağımlılığı ruhsal-davranışsal, kalıtımsal-dirimsel, toplumsal-ekinsel pek çok etkenin yer aldığı çok boyutlu bir hastalıktır. Oluş nedenleri üç boyutta ele alınabilir.

1. Ruhsal-Davranışsal Kuramlar (Psikolojik)

a) Psikodinamik Kuramlar: Alkol bağımlılığının psikodinamik nedenini açıklamaya yönelik kuramlar, aşırı baskıcı üstbenlik ve ruhsal-cinsel gelişimin oral dönemindeki saplanmalar üzerine odaklaşmıştır. Psikoanalitik kurama göre aşırı katı ve baskıcı üstbenlikleri olan kişiler alkolü bilinçdışı gerginliklerini azaltmak için içerler. Bilinen psikoanalitik özdeyişde söylendiği gibi, katı üstbenlik alkol içinde erir. Freud oral döneme saplanmış kişilerin bunaltılarını alkol gibi maddeleri ağız yoluyla alarak azalttıklarını, oral doyum sağladıklarını düşünür. Bir diğer görüşe göre, alkoliklerde oral dönemle ilgili olarak önemli engellenme ve güçlükler nedeniyle, engelleyici anneden babaya doğru bir yönelme sonucu gizil eşcinsellik eğilimlerinin bulunduğudur.

Psikodinamik kuramlar alkol bağımlılarının kişilik özelliklerini incelediklerinde bağımlılığa özgü bir yapıyı tam olarak bulamamışlardır. Ancak genel olarak bağımlı, utangaç, yalnızlığa eğilimli, bunaltısı yoğun, engellenmeye dayanma gücü düşük, ürkek, gergin, eyleme vuruk, aşırı duyarlı ve cinsel dürtülerini bastırmış kişiler olarak tanımlarlar. Ayrıca antisosyal kişilik özelliklerinin alkol bağımlılarında daha sık olduğu bilinmektedir.

b) Davranışsal kuramlar: Davranış bilimciler sürekli alkol almayı öğrenilmiş bozuk bir davranış olarak görürler. Alkol alımının gerginliği azaltan, rahatlatan özellikleri gibi olumlu pekiştirici yanları ilk alkol alımından sonra bu davranışın sürmesine katkıda bulunur. Kişiler sıkıntı ve sorunlarla baş etmede zorlukları olduğunda alkole yönelirler ya da aldıkları alkol miktarını arttırırlar. Ayrıca aile büyükleri ve akrabaların içme alışkanlıkları da kişilerin içme davranışını etkiler.

2. Toplumbilimsel Kuramlar (Sosyolojik)

Gelenek ve töreleri ile alkolü onaylamayan toplumlarda alkolizm oranının az olduğu düşünülür. Kimi iş kolları ve çalışma ortamlarında -otel, içkili lokanta, bar, pavyon,yurtlar, gemiler, vb- çalışan kişilerde alkollü içki tüketimi daha yüksektir. Alkolün kolay ve ucuz elde edilebilirliği de önemli başka bir etkendir.

3. Dirimsel (Biyolojik) Nedenler

Alkoliklerde görülen fizyolojik ayrılıkların alkolizmin nedeni mi olduğu, yoksa kötü beslenme, fazla miktarda alkol alımı ve aşırı zorlarla dolu bir yaşam biçiminden mi kaynaklandığı kesin olarak bilinememektedir. Alkolün sinir sisteminde yol açtığı kimyasal değişikliklere dikkat çekilmiş, alkol bağımlılığının gelişiminde ventral tegmental alan, hipotalamus ve nucleus accumbensden geçen dopaminerjik, GABAerjik, noradrenerjik ve serotonerjik yolların etkinliklerinden söz edilmiştir. Alkolün santral sinir sisteminde endojen opioid sistemle etkileştiği, opiyat benzeri maddeler oluşturduğu ve bağımlılığın bunlar aracılığıyla geliştiği düşünülmektedir.

Kalıtımsal etkenler: Birincil alkol bağımlılığının oluşumunda kalıtımsal etkenlerin önemi uzun yıllardır vurgulanmaktadır. Alkol bağımlılarının ailelerinde birinci derece yakınlarda bağımlılık oranı 3-4 kat daha yüksektir. İkiz çalışmalarında tek yumurta ikizlerinde bağımlılık oranının çift yumurta ikizlerine ya da ayrı cinsiyetteki kardeşlere oranla daha yüksek olduğu düşünülmektedir. Yapılan araştırmalarda kişinin alkolizme olan yatkınlığının derecesi birçok gen tarafından belirlenir (poligenetik), bu kalıtımsal etkenlerin çevresel etkenlerle birlikte alkolizme yatkınlığa yol açtığı kanısına varılmıştır.

ALKOL BAĞIMLILIĞININ TANISAL VE KLİNİK ÖZELLİKLERİ

Alkol bağımlılığı uzun süre ve fazla miktarlarda alkol kullanımı sonucunda ruhsal, toplumsal ve bedensel sorunlarla belirli bir hastalık olarak tanımlanabilir. Temelde bağımlılık kişi ile içme örüntüsü arasındaki ilişkinin değişmesidir. Alkol kullanım sorununun niteliğini ve niceliğini değerlendirebilmek için ilk adım özenli bir öykü almadır. Alınacak öyküde kişinin alkole başlama yaşı, içme örüntüsünün gelişimi, günlük kullandığı alkol miktarı, zehirlenme ve yoksunluk dönemleri, alkol kullanımına bağlı olarak gelişebilecek olan ruhsal ve bedensel sorunların öyküsü, alkole bağlı kişiler arası ilişkiler, toplumsal ve yasal sorunlar ayrıntılarıyla öğrenilmelidir. Kişinin alkol kullanımına ve yaratabileceği sorunlara karşı içgörüsü değerlendirilmelidir. Alkol bağımlılığının birincil ya da ikincil bulunuşu, eşlik eden ruhsal bozukluklar, kişilik özellikleri, ailede ruhsal hastalıklar ve bağımlılık öyküsü incelenmelidir. Öykü alınırken hastanın dışında hastayı iyi tanıyan bir yakınından da bilgi alınmalıdır.

DSM-IV tanı ölçütlerine göre “Alkol Kötü Kullanımı”, ICD-10’a göre “Zararlı-Tehlikeli Kullanım” olarak değerlendirilen durum genel anlamda kişinin kendine ve çevresine zararlı olabilecek durumlarda alkollü içki almasıdır. Özen isteyen işte çalışanlar, taşıt kullananlar ya da önemli bir bedensel hastalığı (epilepsi, kalp, karaciğer bozukluğu vb) ya da ruhsal bozukluğu olan kişilerin alkol kullanmasıdır.

Kötü kullanımın ötesinde uzun süre ve yüksek miktarlarda alkol alanlarda bağımlılık gelişir. Bu kişiler yalnız belli gün ya da saatlerde değil – yer ve süreye bağlı kalmaksızın- olanak buldukça, koşullarını zorlayarak, gece gündüz demeden, işyerinde, araçta alkol alabilir. Alkol bağımlılığının tanısı için alkol arama davranışı, alkol almaya karşı duyulan istek, direnç artımı ve yoksunluk belirtilerinin gelişmesi önemli olarak görülen klinik özelliklerdir. Direnç artımı ve yoksunluk belirtilerinin varlığında fizyolojik bağımlılık gelişmiş demektir. Bağımlılıkta önemli bir durum da, alkol alma istek ve tutkusunun yanısıra ortaya çıkan yoksunluk belirtilerinin giderilebilmesi için alkol alımının sürdürülmesidir. Kimi kişiler günlük yaşamlarını hoş olmayan yoksunluk belirtilerinin etkisinden kurtulup sürdürebilmek için güne alkol alarak başlayabilirler. Bu kısır döngü giderek pekişir ve süregen bir durum alır.

Alkol bağımlılığında kişiler alkolü amaçladıklarından çok ve uzun sürelerde alırlar. Alkol kullanımını azaltmak, kesmek ya da düzenlemek için çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlanan çabaları vardır. Alkolü bulmak, kullanmak ve etkilerinden kurtulmak için önemli ölçüde zaman harcarlar. Kişinin günlük etkinlikleri alkol çevresinde odaklandığından mesleki, toplumsal etkinliklerinde belirgin bozulmalar olur.

Alkol bağımlılarında aile, iş ve toplumsal yaşamda bozulma önemli bir yer tutar. Eğitim, öğretim, askerlik ve iş yaşamında sorunlar, sık sık iş değiştirme, görevinde aksama, disiplin sorunları, soruşturma, cezalandırma, işten atılma, işinde ilerleyememe, gerileme, önemli geçim (ekonomik) güçlükleri, borçlanma, haciz ve diğer yasal sorunlar, önemli aile ve evlilik sorunları (eşlerle tartışma, kavga, çocuklarıyla ilişkinin -saygı ve sevginin- bozulması, ayrı yaşama, boşanma, birden çok evlilik) görülebilir.

Alkol bağımlısı tüm bu sorunlara karşın alkol alma istek ve dürtüsüne yenik düşer. Sorunu alkolde değil, dışarıda başkalarında arar (ussallaştırır). Alkole bağlı karşılaştığı sorunlarla ilgili olarak yüzleştirildiğinde yadsımaya çalışır. Gerçeği görse bile sağaltıma uyumu düşüktür. Kendi çabası ile kendi kendine alkolü bırakması oldukça güçtür.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”GİDİŞAT VE SONLANIM”]

GİDİŞ VE SONLANIM (PROGNOZ)

Alkol bağımlılığı geliştikten sonra kişide geçici sürelerle alkolü denetim altına alma çabaları görülür. Bu denetim altına alma çabaları sıklıkla kişiler arası ilişkilerdeki sorunlar, yasal sorunlar ya da bedensel hastalıklarla ilişkilidir. Bu dönemlerde yoksunluk belirtileri yaşarlar. Çoğunlukla bu bırakma çabaları başarısızlıkla sonlanır. yeniden alkol alımına başlanması ile bağımlılık ve ona bağlı sorunlar gündeme gelir. Bu durum bir kısır döngü içinde sürer gider. Sonlanımın iyi olduğunu belirleyen göstergeler: antisosyal kişilik özelliklerinin bulunmaması, diğer madde kullanımının olmaması, iş, aile, yasal ve geçimsel sorunların çok yoğun olmaması, sosyal destek sistemlerinin yeterli olması, alkolü bırakma konusunda istekli olması, eş ve yakınlarının ilgi ve işbirliğinin bulunması, uygulanan başlangıç sağaltımı tamamlayabilmesi, ayaktan sağaltıma uyumu ve sürdürmesidir.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”AYIRICI TANI VE EKTANILAR”] Tab 3 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”ALKOLÜN FİZYOLOJİK ETKİLERİ VE FARMAKOLOJİSİ”]

ALKOLÜN FİZYOLOJİK ETKİLERİ VE FARMAKOLOJİSİ

Alkollü içeceklerde bulunan alkol etil alkoldür (etanol) ve kimyasal yapısı CH3-CH2-OH olarak gösterilir. Meyve ve tahıllardaki karbonhidratların fermantasyonu sonucu ortaya çıkar. Kalori değeri yüksektir, 1 gr alkol 7 kalori sağlar. Alınan alkol mide-barsak sistemindeki (ağız, özefagus, mide, ince bağırsak) mukoza epitellerinden kolayca emilir. %90’ı ince bağırsakların üst kısmından emilir, bu bölge aynı zamanda B vitaminlerinin de emilim bölgesidir. Etanol suda kolay çözünebildiği için hızla kan dolaşımına katılarak tüm dokulara yayılır. En üst kan alkol düzeyine ortalama 45-60 dakikada ulaşır. Midenin boş olması emilimi hızlandırır. Ayrıca alkolün hızlı alımı da üst düzeye erişme zamanını azaltır. İçilen içkide alkol yoğunluğu düşük (%10-20) ise emilim o denli hızlı olur.

Değişik alkollü içecekler değişik düzeyde etanol içerirler. Ancak ortalama olarak bir bardak şarap 10-12 gr, bir bardak sert içki 28 gr etanol içerir.

Alkolün %90-98’i karaciğerde oksidasyon yoluyla metabolize edilir. Geri kalan %2-10’luk kısım böbrekler, akciğerler ve ter yoluyla değişmeden atılır. Uzun süre alkol kullanan kişilerde enzim sistemlerindeki yoğunluk ve duyarlılık artışı nedeniyle metabolizma daha hızlıdır. Etanol karaciğer hücresindeki alkol dehidrogenaz (ADH) enzimi ile asetaldehide yıkılır. Daha sonraki basamakta asetaldehid, aldehid dehidrogenaz (ALDH) ile asetik asite, oradan da karbondioksit ve suya dönüştürülür. Alkolün metabolizması sırasında kofaktör olarak kullanılan NAD/NADH oranındaki değişiklikler bedende fizyolojik düzeneklerin işleyişini bozar. Sitrik asit (Krebs) döngüsü baskılanarak karaciğerde yağ asitleri oksidasyonu azalır, hiperlipemi gelişir. Karaciğer yağlanmasının ana düzeneği budur. Laktat/pürivat oranı artar, hiperlaktikasidemi gelişir. Laktik asidoza ikincil olarak hiperürisemi ortaya çıkar ve ürik asidin idrarla atılımı azalır. Hepatik glukoneogenezis baskılanarak hepatik glikojen depoları azalır. Buna bağlı olarak kan şekeri düşer. Akut alımda ise glikojen depolarından glikoza dönüşüm sonucu kan şekeri yükselebilir. Serum lipoproteinleri ve trigliseridlerde artış olur.

Direnç artımı (tölerans): Uzun süre alkol kullanımı sonucunda istenen, hoşa giden etkiyi elde edebilmek için daha fazla miktarlarda alkol alınır. Bu durum direnç artımı olarak tanımlanır. Aynı sınıftan ya da benzer yatıştırıcı etkisi olan bir maddeye karşı direnç artımı gelişmiş ise diğerine karşı da direnç artımı görülür. Bu durum “çapraz direnç artımı ” olarak tanımlanır. Bu nedenle alkole karşı direnç artımı geliştirmiş bir kişi benzodiazepinler, barbitüratlar, genel anestezikler, halüsinojenlere karşı da dirençlidir.

Bağımlılık gelişimi: Uzun süre alkol kullanımına bağlı direnç artımı ve alınan alkol miktarının azaltılması ya da alkolün kesilmesinden sonra ortaya yoksunluk belirtilerinin çıkması, bunların giderilmesi için alkol alımının sürdürülmesi fizyolojik bağımlılığın temel göstergeleridir. Bunlarla birlikte son yıllarda bağımlılık gelişiminde “madde arama davranışı” üzerinde durulmaya başlanmıştır. Kullanılan maddeyi bulmak için gösterilen çabalar da bağımlılık için önemli bir ölçüttür [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”TEDAVİ”]

SAĞALTIM (TEDAVİ)

  1. Sağaltımın genel ilkeleri

Alkol bağımlılığının sağaltımına başlanmadan önce hastanın durumu ayrıntılı bir öykü alarak değerlendirilmelidir. Fizik ve nörolojik bakı yapılmalı, bilinç düzeyi ve ruhsal durumu değerlendirilmelidir. Gerekli laboratuvar incelemeleri (akciğer ve kafa grafisi, EKG, EEG, tam kan ve idrar incelemeleri, kan şekeri, BUN, elektrolitler, karaciğer işlevleri) yapılmalıdır.

  1. Alkol zehirlenmesi ve yoksunluk belirtilerinin sağaltımı
  2. a) Alkol zehirlenmesinde sağaltım

Zehirlenmenin sağaltımı bir yoğun bakım biriminde yapılmalıdır. Özgül bir sağaltım yöntemi yoktur. Sağaltım klinik durum ve belirtilere (semptomatik) göre yapılır. Hasta kusturulmaz, çıkardıkları soluk borusuna kaçabilir, buna karşı da önlem alınmalıdır. Hastanın yaşamsal bulguları yakından izlenmeli, asit baz dengesi, sıvı ve elektrolit gereksinimleri karşılanmalı, dolaşım ve solunum işlevlerine destekleyici sağaltım uygulanmalıdır. Tiamin içeren vitamin preperatları verilmelidir. Taşkınlığı, saldırganlığı olursa düşük doz haloperidol verilebilir.

  1. b) Alkol yoksunluk belirtilerinin sağaltımı

Alkol kesildikten sonra ortaya çıkan belirtilerin önlenmesi ve sağaltımı için hasta sessiz ve rahat bir odaya alınır. Yakın gözlem ve gözetim altında tutulur. Proteinden ve sıvıdan zengin bir beslenme düzeni uygulanır. Yüksek doz B ve C vitaminleri verilir. B vitaminlerinden tiamin içerenler yeğlenmelidir. Alkol yoksunluk belirtilerinin sağaltımı birincil olarak benzodiazepinlerle yapılır. Benzodiazepinler ağızdan ya da damar yoluyla sıvı içinde verilebilirler. Karaciğer ve böbrek yetmezliği bulunanlarda yarı ömrü kısa olan benzodiazepinler (lorazepam, alprazolam gibi) verilmelidir. Alkolü bırakan bir kişide yoksunluk belirtileri ağırlaşmadan benzodiazepinler verilmelidir. Hastanın durumuna göre verilen benzodiazepinler zaman içinde azaltılarak kesilir.

  1. c) Deliryum tremens sağaltımı

Deliryum tremens sağaltımında benzodiazepinler hasta işbirliği yapamayacağı için damar yoluyla dengeli sıvılar içinde verilir. Birlikte 200mg /g B1, 500-1000 mg/g C vitamini, 100 mg/g nikotinamid, 2 mg magnezyum sülfat eklenir. Ayrıca solunum, dolaşım, boşaltım işlevleri, sıvı ve elektrolit dengesi, enfeksiyon yönünden yakından izlenmelidir. Ateş ve terleme nedeniyle dehidratasyon gelişebilir. Bu nedenle 4-6 lt/g sıvı verilmeli, ancak beyin ödemi ve dolaşım yetmezliği açısından özenli olunmalıdır. Hastaya ruhsal açıdan destek olunmalı, paniği yatıştırılmaya çalışılmalıdır. Bulunduğu ortam uyaransız ya da aşırı uyaranla dolu olmamalıdır. Kendini yaralaması ya da zarar vermesi önlenmeli, buna uygun fiziksel sınırlamalar yapılmalıdır. Benzodiazepinlerle yatışma sağlanamazsa antipsikotik ilaçlar kullanılabilir, ancak nöbet eşiğini düşürmesi açısından daha az riskli olan haloperidol düşük dozlarda verilmelidir.

  1. Bağımlılığın sağaltımı
  2. a) Değerlendirme ve alkolü bırakma isteğinin arttırılması : Sağaltımın başlangıcında hastanın durumunu değerlendirme, alkolü bırakma konusunda isteğinin (motivasyonunun) arttırılması, daha sonra alkolden arındırma, uzun süreli sağaltım planının yapılması uygun olur.
  3. b) Alkolden arındırma (detoksifikasyon): Alkolün bırakılmasından sonra ortaya çıkan belirtilerin sağaltımı yapılır.
  4. c) Uzun süreli sağaltım yaklaşımları: Değerlendirme ve alkolü bırakma isteğinin artırılması aşamasından sonra kişi alkolden arındırılır. Ardından uzun süreli, hastanın gereksinimine göre bir sağaltım planı belirlenir ve uygulamaya geçilir.
  5. i) Psikoterapötik yaklaşım: Hastanın benlik gücü, yaşam zorlarıyla başetme yeteneği, uyum yetileri değerlendirilerek uygun bir psiloterapötik yöntem seçilebilir. Bu dönemin asıl amacı hastanın alkole geri dönüşünü engellemeye çalışmak, alkolsüz yeni yaşamına uyumunu sağlamak, bu süreç içindeki güçlüklerle başedebilmesine yardımcı olmaktır. Bu dönem sağaltımı psikoanalitik, destekleyici ya da bilişsel-davranışcı psikoterapi, bireysel ya da grup psikoterapisi, kendine yardım grupları (Alcoholics Anonymous) aracılığıyla yapılabilir. Sağaltım yaklaşımları belirlenirken basmakalıp yöntemler yerine her hastanın kendine özgü özelliklerine, bozulmuş ya da sağlıklı yönlerine, beceri ve yeteneklerine göre esnek olunmalı, bir birey olarak hastanın gereksinimleri belirlenip o doğrultuda bir yol izlenmelidir. Alkolsüz yaşam kişi için yeni bir başlangıçtır, bu nedenle yeni dönemin kendine özgü sorun ve sıkıntıları olabilir. Adım adım, beklentileri çok yükseltmeden, olumsuzlukları ya da başarısızlıkları abartmadan, gerçekçi, uygulanabilir yöntemlerle yeni yaşamına uyum sağlamasına çalışmak, hastanın değişme isteğini arttırmak, destek olmak amaçlanmalıdır.
  6. ii) İlaç sağaltımı: Alkol kullanımına bağlı olarak gelişmiş depresyon, anksiyete, uyku bozuklukları gibi durumlarda antidepresan, anksiyolitik, hipnotik ilaçlar duruma göre kullanılabilir. Benzodiazepin grubu ilaçların alkolle çapraz direnç artımı ve bağımlılık yapıcı özellikleri nedeniyle uzun süre kullanılmaları önerilmez. Alkol kullanımına bağlı ruhsal bozukluklar olmasa bile alkol arama davranışını azalttığı düşünülen SSRI grubu ilaçlar verilebilir.

Alkolden uzaklaştırıcı, alkolü bırakmaya yardımcı olarak bir başka ilaç disülfiram (Antabus) kullanılabilir. Disülfiram alkol metabolizması sırasında aldehid dehidrogenazı baskılayarak alkol yıkımını asetaldehid düzeyinde durdurur, asetaldehid zehirlenmesi yaratır. Bu zehirlenmenin belirtileri; yüzeysel kan damarlarında genişleme, kan basıncında düşme, baş dönmesi, bulantı, kusma, göğüste sıkışma, nabızda hızlanma, terleme, ateş basmasıdır. Bu belirtiler ilk yarım saatte giderek artar, önlem alınmazsa bilinç yitimi, dolaşım yetmezliği gelişebilir ve ölümle sonuçlanabilir. Hastaya ilacın bu özelliği anlatılır, kişi içme isteği geldiğinde içemeyeceğini, eğer içerse zehirlenme hatta ölüm tehlikesi içine gireceğini bilir. Böylece içme isteğiyle başetmeye çalışır. Çevreden gelen içme önerilerinin geri çevirmek için haklı bir gerekçe olmaktadır. Herhangi bir nedenle doğan içme isteğini engellemek ve kişiye içme kararını yeniden gözden geçirmek için zaman kazandırmaktadır. Düzenli olarak kullanılan disülfiram hastanın alkolden uzak durmasına yardımcı olur. Kimi hastalar “biz ilaca değil öz-istemimize güvenmek istiyoruz” diye Antabus almak istemeyebilirler. Oysa Antabus almak bir öz-istem gücüdür. Bu tür ussallaştırma eğilimleri desteklenmemelidir. Disülfiram 250 mg/g dozunda verilir. Alkolün bırakılmasından en arken 24 saat sonra başlanmalıdır. Disülfiram kesildikten sonra 1 hafta kadar alkol almamalıdır. Kalp hastalığı, serebrovasküler hastalık, diabet, karaciğer, böbrek yetmezliği durumlarında kullanılması önerilmemektedir.

iii) Kendine yardım grupları-Adsız Alkolikler (AA): Alkole bağlı sorunları olan kişilerin oluşturdukları gönüllü bir destek kuruluşudur. İlk kez 1935 yılında, alkol bağımlılığı olan kişilerce kurulmuştur. Ortak sorunları olan kişiler bir araya gelerek yardımlaşmak, dayanışmak, paylaşmak, birbirlerine destek olmak, benzer sorunları çözmek amacıyla bir kendine yardım grubu olarak kurulmuştur. Bu grup üyeleri günün her saatinde birbirlerine yardım ederler. Eğitici toplantılar düzenlerler. Benzer sorunlar yaşayan insanların bir araya gelerek oluşturdukları bu gruplara katılmayı sürdürenlerde alkolden uzak durma başarısı yüksektir. Alkol bağımlılarının eşlerinin oluşturdukları A-Anon, çocuklarının oluşturdukları Alateen grupları da bağımlıların yakınlarının sorunlarını çözmek, birbirlerine destek olmak amacıyla kurulmuştur. [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”VAKA/OLGU ÖRNEĞİ”] Tab 1 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”İLGİLİ VİDEO”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”KAYNAKLAR”]

KAYNAKLAR

  1. American Psychiatric Association: Practice guideline for the treatment of patients with substance use disorders: alcohol, cocain, opioids. Am J Psychiatry 152(11)(supp): 5-59, 1995
  2. Castaneda R, Sussman N, Westreich L et al: A review of the effects of moderate alcohol intake on the treatment of anxiety and mood disorders. J Clin Psychiatry 57(5): 207-212, 1996.
  3. Çelikkol A: Alkol kullanım bozuklukları ve tedavisi. Ege Psikiyatri Sürekli Yayınları, cilt 1, sayı 2, 1996.
  4. Gelder M, Gath D, Mayou R, Cowen P: The abuse of alcohol and drugs. Gelder M, Gath D, Mayou R, Cowen P (ed.): Oxford Textbook of Psychiatry’de, 3.baskı, Oxforf University Press, Oxford, 1995. s.438-461.
  5. Meza E, Kranzler HR: Closing the gap between alcoholism research and practise: the case for pharmacotherapy. Psychiatric Services 47(9): 917-920, 1996.
  6. Schuckit MA: Low level of response to alcohol as a predictor of future alcoholism. Am J Psychiatry 151 (2): 184-189, 1994.
  7. Schuckit MA : Alcohol-related disorder. Kaplan HI, Sadock BJ (ed.): Comprehensive Textbook of Psychiatry’de, 6.baskı, Williams-Wilkins, Baltimore, 1995. s.775-790
  8. Schuckit MA, Hesselbrock V: Alcohol dependence and anxiety disorders: What is the relationship. Am J Psychiatry 151(12): 1723-1734, 1994.
  9. Schuckit MA, Smith TL: An 8 year follow up 450 sons of alcoholic and control subjects. Arch Gen Psychiatry 53(3): 202-210, 1996.
  10. Schuckit MA, Smith TL, Anthenelli R, Irwin M: Clinical course of alcoholism in 636 male ınpatients. Am J Psychiatry 150(5): 786-792, 1993.

11.Öztürk O: Psikoaktif madde kullanımına bağlı bozukluklar. Öztürk O (ed.): Ruh Sağlığı ve Bozuklukları’nda, 5.baskı, Hekimler Yayın Birliği, Medikomat, Ankara, 1994. s.393-420.

  1. Uluğ B: Madde kullanımı ile ilişkili bozukluklar. Psikiyatri Temel Kitabı (ed): Güleç C, Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 1997, s: 299-320
  2. Ünal M, Özpoyraz N: Alkol kullanımı ile ilişkili bozukluklar. Psikiyatri Temel Kitabı (ed): Güleç C, Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 1997, s: 265-298.
  3. Volpicelli JR, O’Brien CP: Opioid involvment in alcohol dependence. J Clin Psychiatry 56 (supp 7): 3-44, 1995.
[/fruitful_tab] [/fruitful_tabs]

ŞİZOTİPAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU

[fruitful_tabs type=”vertical” width=”100%” fit=”false”] [fruitful_tab title=”TANIMI VE TARİHSEL KÖKENLERİ”]

Şizotipal Kişilik Bozukluğu

Şizotipal kişilik bozukluğu olan kişiler alabildiğine tuhaf kişilerdir.  Bu kişilerin davranışlarında, düşüncelerinde, konuşmalarında, görünümlerinde ve duygularında birçok olağandışı özellik vardır.

Büyüsel düşünceleri, acayip inanışları, referans fikirleri ve illüzyonları vardır. Paranoid özellikler gösterebilirler. Zor ilişki kuran, garip kişilerdir. Değişik bir tip izlenimi bırakırlar. Anlaşılması güç kişilerdir.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”DSM ÖLÇÜTLERİ”]

Şizotipal Kişilik Bozukluğu Tanı Ölçütleri

  • Aşağıdakilerden beşinin (ya da daha fazlasının) olması ile belirli, genç erişkinlik döneminde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, bilişsel ya da algısal çarpıklıkların ve alışılagelmişin dışında davranışların yanı sıra yakın ilişkilerde birdenbire rahatsızlık duyma ve yakın ilişkilere girme becerisinde azalma ile kendini gösteren ve toplumsal kişilerarası yetersizliklerin olduğu sürekli bir örüntü:
  • (1) referans düşünceleri
  • (2) davranışları etkileyen ve kültürel değerle uyumlu olmayan acayip inanışlar ya da büyüsel düşünce
  • (3) olağandışı algısal yaşantılar, bunlar arasında bedensel illizyonlar vardır
  • (4) acayip düşünüş biçimi ve konuşma
  • (5) kuşkuculuk ya da paranoid düşünce
  • (6) uygunsuz ya da kısıtlı duygulanım
  • (7) acayip, alışılagelmişin dışında ya da çok kendine özel davranış ya da görünüm
  • (8) birinci derece akrabalar dışında yakın arkadaş ya da sırdaşların olmaması
  • (9) yakından tanımakla azalmayan aşırı toplumsal kaygı, kendisi hakkında olumsuz yargılardan çok paranoid korkular bu bozukluğa eşlik etme eğilimi taşır
  • Sadece Şizofreni, Psikotik Özellikler Gösteren bir Duygudurum Bozukluğu, başka bir Psikotik Bozukluk ya da bir Yaygın Gelişimsel Bozukluğun gidişi sırasında ortaya çıkmamaktadır.
[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”TİPLERİ/ÇEŞİTLERİ”] Tab 1 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”SIKLIK VE YAYGINLIK”]

Şizotipal Kişilik Bozukluğu Epidemiyoloji (Görülme Sıklığı )

  • Toplumun %3’ ünde görülür. Şizofreni yakınları olanlarda daha sık görülür. Cinsiyet oranı tam bilinmemekle birlikte bazı kaynaklarda erkeklerde daha sık görüldüğü belirtilir.
[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”BELİRTİLERİ VE NEDENLERİ”]

Şizotipal Kişilik Bozukluğu Tanı Koydurucu Özellikler

  • Şizotipal kişilik bozukluğunun başlıca özelliği yakın ilişkilere girebilme becerisinde azalma ile belirli toplumsal ve kişilerarası yetersizliklerin yanı sıra bilişsel ya da algısal çarpıklıkların ve alışılagelmişin dışında davranışların olduğu yaygın bir örüntünün olmasıdır.
  • “Şizotipal terimi ilk olarak Rado tarafından kullanılmıştır. Şizofren aileleriyle yapılan çalışmalar sonucu ilk olarak DSM-III’ e tanı olarak girmiştir. Şizotipal kişilik bozukluğu, şizofrenisi olan hastalarla aynı özellikleri gösterir ancak bu tanının ölçütlerini tamamlayamaz.”
  • Şizotipal kişilik bozukluğu olanların referans düşünceleri, batıl inançları, altıncı his, gaipten haber alma gibi inançları olabilir.
  • Hastalar aşırı derecede tuhaftırlar. Olaylar olmadan önce bunları ön görebilecek ve başkalarının düşüncelerini okuyabilecek özel birtakım düşünceleri olduğuna inanabilirler.
  • İç dünyaları farklı ilişkiler ve hayallerle doludur. Dinsel ve felsefi yaşantıları olduğunu iddia ederler. Zaman zaman belirgin olmayan algı yanılsamaları (ilizyon) olabilir.
  • Bu kişiler olayları oluşmadan önce bunları bilebileceklerini, özel yetenekleriyle başkalarının düşüncelerini okuyabileceklerini düşünürler.
  • Olayların gerisinde kimsenin anlayamadığı özel manalar olduğunu düşünebilirler. Başkalarına karşı büyüsel kontrol uygulayabileceklerini düşünebilirler.
  • Duygulanımlarında iniş çıkışlar vardır. İnsanlarla düzgün ilişkiler kuramazlar. Yabancıların yanında genelde kendilerini huzursuz ve gergin hissederler.
  • Özellikle yakın ilişkilere girerken rahatsızlık duyma ve zorlanma ortaya çıkar. Sosyal ortamlardan uzak kalma eğilimi gösterebilirler.
  • İnsanlar ile ilişkilerini artıracak ve kendilerini bu ilişkiler içinde iyi hissetmelerini sağlayacak bir onayı hemen hemen hiç almazlar. Dolayısıyla yakın arkadaş ya da sırdaşları pek yoktur. Şizotipaller kendilerini yaşamdan dışlanmış gibi görürler.
  • Kendi hislerinden farkında değildirler. Diğer yandan başkalarının ne hissettiklerine karşı çok ilgilidirler. Onların ne düşündüğünü telepati yoluyla anlamaya çalışırlar. Dış görünümleri garip ve farklıdır. Alışılagelmişin dışında hareket ve konuşmalar yapabilirler. Ayrıca konuşma sırasında alakasız konuşmalara girebilir.
  • Açıkça düşünce bozuklukları yoktur fakat konuşmaları açıklama gerektirebilir. Konuşmaları dağınık, soyut, anlaşılması zor, olağandışı olabilir. Günlük konuşma ya da terimlere farklı anlamlar yükleyebilirler.
  • Ağır stres altında geçici, kısa süreli psikoz belirtileri yaşayabilirler. Sınır (borderline) kişilik bozukluğu ile birçok ortak özelliği bulunur ve bazen ayırıcı tanısı yapılamayabilir.
  • Anksiyete, depresyon ve duygudurum belirtileri gösterebilirler. Çoğu zaman kuşkucudurlar. Çoğunda paranoid düşünce ve geçici psikotik belirtiler görülür. Depersonalizasyon (kendine yabancılaşma) hastanın hayatının bir parçası olmuştur.

Şizotipal Kişilik Bozukluğu Etiyoloji (Ortaya Çıkartan Nedenler)

  • Şizotipal kişilik bozukluğunun etiyolojisi aile çalışmalarıyla açıklanmaya çalışılmıştır. “Danimarka Evlat Edinme Çalışmaları” kronik şizofrenlerin biyolojik akrabalarıyla şizotipal kişilik arasında bir ilişki bulmuştur.
  • 1978 yılında Kety ve arkadaşları kalıtım ve çevre etkileşiminin hastalarının bazılarının kişilik bozukluğu olarak kalmasını ya da kronik şizofreni haline geleceğini belirleyebileceğini öne sürdüler.
  • Daha sonra yapılan çalışmalar şizotipal ve paranoid kişiliklerin, şizofren akrabalarında kontrollere göre daha fazla görüldüğünü desteklemiştir.
  • Genetik belirleyicilerle yapılan çalışmalarda şizotipaller şizofrenlerle aynı tür bozuklukları göstermiştir.”

    

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”GİDİŞAT VE SONLANIM”]

Şizotipal Kişilik Bozukluğu Gidiş ve Sonlanış

Thomas Mc-Glashan uzun süreli bir çalışmasında şizotipal kişilik bozukluğu olan kişilerin %10’ unun sonunda intihar ettiğini bildirmiştir. Bazı çalışmalar şizofreni yakınması olan pek çok hastanın şizotipal kişilik bozukluğu olduğunu göstermiştir. Ayrıca şizotipaller bir sürü tuhaf hareketlerine rağmen iş ve evliliklerini yaşamları boyunca sürdürür.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”AYIRICI TANI VE EKTANILAR”]

Şizotipal Kişilik Bozukluğu Ayırıcı Tanı

  • Şizotipal bozukluk olanların aile öykülerinde şizofreninin olması ilişki kurma düşünce, davranış ve algılarında tuhaflıkların bulunması çekingen kişilik bozukluğundan ve şizotipalden ayırt edilebilir.
  • Ayrıca şizotipal kişilik bozukluğu olan hastalarda psikozların olmaması ile şizofrenik hastalardan ayırt edilebilir.
[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”KOMPLİKASYONLAR-İNTİHAR”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”TEDAVİ”]

Şizotipal Kişilik Bozukluğu  Tedavi Yöntemleri

  • Genelde aile zoru ya da başka etkenlerle terapiye başvururlar.Diğer kişilik bozukluklarında olduğu gibi psikoterapi önerilir.
  • Tedavisi şizoid kişilik bozukluğuna benzerdir. Ancak hastanın değişen düşünceleri dikkatle ele alınmalıdır. Hastanın batıl inançları, büyüsel düşünceleri terapist tarafından yargılayıcı ve gülünç bulunmamalıdır.
  • Hastalığı ilerlemiş kişilerin hastaneye yatırılması gerekebilir. Depresif ve psikotik belirtilerin olduğu dönemlerde ilaç tedavisi de gerekli olabilir
[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”VAKA/OLGU ÖRNEĞİ”]

Şİzotipal Kişilik Bozukluğu vaka örneği: ‘GaIpten Sesler Alıyorum‘ J
Kırklı yaşlarında kadın hastanın yakınlarının teşviği ve kendi isteği ile yaptığı psikiyatrik başvurusunda ilk dikkati çeken tuhaf giyinişi ve üzerinde bulunan takılardı. Boynunda muhtemelen hayvan kemiklerinden yapılmış, işlenmiş ve renklendirilmiş kolye oldukça ilginç görünüyordu.

Görüşme esnasında sık sık odanın içerisinde kötü auranın olduğundan ve kozmik enerjinin negatif alanının odada özellikle de masa bölümünde yoğunlaştığından bahsediyordu. Kolyeyi doğada bulunan ve kendisine yönlenebilecek kötü güçlerden korunma maksadı ile taktığını ve istenirse aynı kolyeden yapabileceğini belirtiyordu.

Falcılık, büyü ve bunlardan korunma maksadı ile yaptığı tılsımlardan kendisine iyi bir gelir elde edebiliyordu. Son zamanlarda yakınlarına karşı paranoid düşüncelerinde artma ve yakın ilişkilerinde geçimsizlik olması üzerine psikiyatrik muayeneye başvurmuştu.

Şizotipal kişilik bozukluğu hataları davranış, düşünce, duygulanım, konuşma ve görünümde çarpıcı tuhaflıklar olması ile karakterizedir. Büyüsel düşünceler, olağandışı fikirlerin yanında şüphecilik fikirleri yaygındır. Zaman zaman gerçek dünyadan kopma ve bölünme şeklinde ataklar görülebilmektedir.

Toplumda yaygınlığı %2-3 civarında olup şizofreni tanısı almış akrabaları olanlarda daha yaygın görülmektedir. Hastaların düşünce, davranış ve görünümündeki tuhaflıklar tanı koymada temel olmakla birlikte hastaların tuhaf iletişim kurma tarzı sebebi ile öykü almak zor olabilir.

Kalıplaşmış batıl inançlar, geleceği görebilme veya düşünce ile ilgili özel güçleri olduğuna inanabilirler. Kişilerarası ilişkilerde tuhaf davranış, konuşma veya yaşam tarzları nedeni ile güçlük yaşayabilirler. Ağır stres altında kaldıklarında dekompanse olup psikotik ataklar geçirebilirler ve hospitalizasyon gerekli olabilir. Hastaların %10’a varan kısmında intihar davranışı görülebilinir. Bir kısım hasta ilerleyen dönemlerde bozulan işlevsellik ve süregelen psikoz nedeni ile  şizofreni tanısı alabilir.

Tedavi psikoterapi ve ilaç tedavisi iledir. Görüşmelerde hastanın egzantrik düşünce, giyiniş ve davranışlarına karşı yargılayıcı veya alaycı olmamalıdır. Hastalar işbirliğine ve tedaviye karşı önyargılı olabildiği gibi tedavi uyumları kötü olabilir. Psikotik durumlar ve yanılsama gibi diğer belirtiler için antipsikotikler  kullanılmaktadır.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”İLGİLİ VİDEO”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”KAYNAKLAR”] Tab 3 content place [/fruitful_tab] [/fruitful_tabs]

ŞİZOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU

[fruitful_tabs type=”vertical” width=”100%” fit=”false”] [fruitful_tab title=”TANIMI VE TARİHSEL KÖKENLERİ”]

ŞİZOİD KİŞİLİK BOZUKLUĞU
Şizoid kişilik bozukluğu olanlar yakın ilişkiler kurmaktan ve topluma karışmaktan çekinirler.

İçe dönük, yalnız, duygusal olarak soğuk ve mesafeli kişilerdir. Genelde yalnız yaşamayı yeğlerler. Başkalarıyla birlikte olmaktan zevk almazlar.

Duygularını da kolay kolay belli etmezler. Sevinçlerini ve üzüntülerini dışarıdan anlamak zordur. İzole bir yaşam sürerler.

Yüz ifadeleri donuktur. Eğlenmekten ve sosyal aktivitelerden kaçınırlar. Sırdaşları ve arkadaşları yoktur. Ancak birinci dereceden akrabalar yakın arkadaşları olabilir.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”DSM ÖLÇÜTLERİ”]

Şizoid Kişilik Bozukluğu Tanı Ölçütleri
A. Aşağıdakilerden dördünün (ya da daha fazlasının) olması ile belirli, genç erişkinlik döneminde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan, sürekli, toplumsal ilişkilerden kopma ve başkalarıyla birlikte olunan ortamlarda duyguların anlatımında kısıtlı kalma örüntüsü:

• (1) ailenin bir parçası olamadığı gibi, ne yakın ilişkiye girmeyi ister, ne de yakın ilişkilere girmekten zevk alır
• (2) hemen her zaman tek bir etkinlikte bulunmayı yeğler
• (3) başka biriyle cinsel deneyim yaşamaya karşı ilgisi olsa bile çok azdır
• (4) alsa bile çok az etkinlikten zevk alır
• (5) birinci derece akrabaları dışında yakın arkadaşları ya da sırdaşları yoktur
• (6) başkalarının övgü ya da eleştirilerine karşı ilgisiz görünür
• (7) duygusal soğukluk, kopukluk ya da tek düze bir duygulanım gösterir

B. Sadece Şizofreni, Psikotik Özellikler Gösteren bir Duygudurum Bozukluğu, başka bir Psikotik Bozukluk ya da Bir Gelişimsel Bozukluğun gidişi sırasında ortaya çıkmamaktadır ve genel tıbbi bir durumun doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.

Şizoid Kişilik Bozukluğu Tanı Koydurucu Özellikler
• Şizoid kişilik bozukluğunun başlıca özelliği yaşam boyu toplumsal ilişkilerde çekingenlik gösterme, yakın ilişkiler kurmaktan kaçma ve sosyal ortamlarda duygularını anlatmada yeterli olamama örüntüsüdür.

• Bu bozukluk genç erişkinlik döneminde başlar ve değişik koşullar altında ortaya çıkar. Şizoid kişilik bozukluğu olanlar içe dönük kişilerdir ve soğuk bir izlenim verirler.

• Davranışlarında uyuşukluk ve ilgisizlik vardır. Sessiz ve uzaktırlar. Çoğunlukla göz temasından kaçınırlar. Sosyal olmayan bir yapıları vardır. Önemli yaşam sorunlarına tepki vermezler ve pasif bir tavır takınırlar.

• Şizoidlerin birinci derece akrabaları dışında yakın arkadaşları ve sırdaşları yoktur. Yakın ilişkiye giremez ve girmekten zevk almazlar. Başka insanlarla zaman geçirmek yerine kendi başlarını kalmayı seçerler.

• Toplumdan uzak ve yalnız yaşamayı severler.
Kolay arkadaşlık kuramazlar. Çoğu kendi halinden memnundur. Kendilerini çekingen bulurlar. Sevinçleri, hüzünleri ve öfkeleri dışardan kolayca anlaşılmaz.

• Öfkelenme ya da neşelenme gibi duyguları nadiren yaşadıklarını söylerler. Öfkelenseler bile bunu dışa vuramaz ve bu duyguları yokmuş gibi görünürler.

• Başkalarının onlar hakkında ne düşündüğü ya da hissettiği onları fazla ilgilendirmez. Eleştiriler ve övgülerle ilgilenmezler. Başkalarının kendisini farklı algılamalarına rağmen bu konuda herhangi bir rahatsızlık hissetmezler.

• Toplumsal becerilerden yoksundurlar. İnsan ilişkilerinin az olduğu iş ya da hobileri vardır. Rekabetin olmadığı işleri tercih ederler. Tutkuları yoktur.

• Tek başlarına çalıştıklarında daha başarılı olabilirler. Genellikle tek bir konuya odaklanır ve başka bir şeyle ilgilenmezler.
• Cinselliğe karşı ilgisizdirler, cinsel istekleri nadiren belirir ve bu yüzden genellikle evlenmezler.

• Direkt olarak duygularını belli etmeseler de iç dünyasında aşırı duyarlıdırlar. Konuşmaları yavaş ve tek düzedir.

• Sorulan sorulara kısa ve net cevaplar verirler. Ne demek istediklerini anlamak zordur.

• Hafıza fonksiyonları iyidir. Stresli oldukları durumlarda kısa süreli psikotik dönemler yaşayabilirler.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”TİPLERİ/ÇEŞİTLERİ”] Tab 1 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”SIKLIK VE YAYGINLIK”]

Şizoid Kişilik Bozukluğu Epidemiyoloji (Görülme Sıklığı)

• Toplumun % 7,5’unu etkilediği öne sürülmektedir. Erkeklerde kadınlara oranla iki kat daha fazla görülür.
Gidiş ve Sonlanış

• Şizoid kişilik bozukluğu tüm kişilik bozuklukları gibi uzun sürelidir. Ancak yaşam boyu olması şart değildir.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”BELİRTİLERİ VE NEDENLERİ”]

Şizoid Kişilik Bozukluğu Etiyoloji (Ortaya Çıkartan Nedenler)

• Şizoid kişilik bozukluğunun temeli erken çocukluk dönemidir. Erken çocukluk döneminde soğuk ve ilgisiz yaşayan çocuklarda, ileri dönemlerde ilişki ve kişilerarası bağlantıların önemli ya da gerekli olmadığı şeklinde bir düşünce tarzı gelişimi ile ilişkili olduğu söylenebilir.
• Çocukluk döneminde aile ilişkilerinin bozuk ve çarpık olmasıyla ve çocuğun yalnız olması, yaşıtlarıyla arkadaşlık kurmada sorun yaşamasıyla da ortaya çıkabilir. Araştırmalarda genellikle soğuk ve duygusal yönden fakir bir çocukluk bulunmaktadır.
• Genetik yanının olup olmadığı bilinmemektedir “Uzak ve soğuk anne babanın çekingen, kaygılı ve içe dönük bir çocukla ilişkisinin sonucu, şizoid bir birey olabilmektedir.” Çocukluk ve ergenlikte şizoid özellikler gösteren çocukların önemli bölümü ileride şizoid kişilik bozukluğu geliştirmektedir..

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”GİDİŞAT VE SONLANIM”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”AYIRICI TANI VE EKTANILAR”]

Şizoid Kişilik Bozukluğu Ayırıcı Tanı
• Şizofreni ve şizotipal kişilik bozukluğuna karşıt olarak şizoid kişilik bozukluğu olanların şizofrenik akrabaları yoktur. Ve izole olsalar bile iş hayatında başarılı olabilirler.

• Şizoid Kişilik Bozukluğu olan kişiler, sosyal ilişki yoksunluğuyla ve sınırlı duygulanımlarıyla, Şizotipal Kişilik Bozukluğu ile benzerlik gösterirler, fakat Şizotipal Kişilik Bozukluğunun temel özelliklerinden olan bilişsel ve algısal bozukluklar, garip ve büyüsel inançlar yoktur.

• Paranoİd Kişilik Bozukluğu bulunan kişiler sosyal ilişkiden çekinebilirler, fakat bu durum, ilgisizliklerinden değil, başkalarınm düşmanlıklarından ve kendilerine karşı komplo kurulmasından korkmalarından ileri gelir.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”KOMPLİKASYONLAR-İNTİHAR”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”TEDAVİ”]

 Tedavi Yöntemleri

• Seçilecek olan tedavi psikoterapidir. Paranoidler gibi şizoidler de kendilerinden tedaviye gelmezler.

• Şizoid hastalar tedavinin başlarında uzak olsalar bile zamanla terapiste güven gelişince kendilerini ve kendi içinde yaşadıkları dünyayı anlatmaya başlarlar. “Tedavide amaç hastanın anlamlı yakın ilişkiler kurup kuramayacağıdır. Tedavinin ilk başlarında konusundaki korku ve arzuları araştırılır.

• Böylece hasta ve terapist ilişkilerde bir gelişme ya da ilişkilerden uzakta ancak gerçekle uyumlu bir hayat beklentisi içinde çalışmaya karar verirler. Terapiye sadıktırlar. Paranoidlerden farklı olarak grup terapisi uygulanabilir

• Grup terapisinde şizoid hastalar uzun süre sessiz kalırlar. Tedavi esnasında diğer insanlar tarafından kabul görünce ve zamanla grup üyeleri onun için önemli hale gelir. Sosyal bir ortam oluşabilir.” Buna ek olarak bazı durumlarda ilaç tedavisi de uygulanabilir.

Şizoid Kişilik;

• Kendilerine Bakışları: Kendi kendilerine yettiklerine ve yalnız yaşayabileceklerine inanırlar.Hareketli, bağımsız ve tek başına yapılan işlerde başarılı olacaklarını düşünürler. Kararlarını kendi başlarına verip sürdürebileceklerine inanırlar.

• Diğerlerine bakışları: Her işe burunlarını sokan, rahatsız edici. Yakınlığı, diğer insanların kendilerini kontrol edeceği bir durum olarak görürler.

• Temel şemaları: “Temelde yalnız biriyim.” “Diğer insanlarla yakın ilişkilerden pek hayır gelmez ve içinden çıkılmaz sonuçlara yol açar.” “Yakın ilişkiler özgürlüğümü engeller.“

• Fonksiyonel Olmayan İnançları: “Eğer çok yakınlaşırsam insanlar çengel atarlar.” “Tam anlamıylaözgür ve hareketli olmazsam mutlu olamam.“

• Stratejileri: “Çok yaklaşma.” “Mesafeni koru.” “Kendini verme.” “Olabildiğince diğer insanlardan uzak kal.” “Belli işler için biraraya gelip (mesleki faaliyetler, seks) daha sonra uzak dur.“

• Temel Korkuları: Sınırların belirsizleştiğine ilişkin herhangi bir işaretten çok rahatsız olurlar.

• Tipik Davranışları: Kendi halinde bir yaşam tarzı seçmek. Kimseye karışmamak, kimsenin sorumluluğunu almamak.

• Duyguları: Mesafelerini korudukları sürece hafif bir keder duygusu yaşayabilirler. Yakın bir ilişkiye zorlanırlarsa, anksiyeteleri çok artabilir. Histerionik kişiliklerin tersine, duygularını hiç birşekilde belli etmezler. Böylece etraflarında yoğun duygu yaşamazmış gibi bir izlenim bırakırlar.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”VAKA/OLGU ÖRNEĞİ”]

Olgu Sunumu: YalnIzlIğI Seçen Bir Adam 

• Bay S., 38 yaşında bekar bir laboratuvar teknisyeni. Projelerde takım ruhuna uyum göstermekte zorlanmasından ötürü, bir akademisyen olan patronu tarafından gönderilmiş.

• Son 5 yıldır Bay S. laboratuvarda neredeyse tek başına çalıştığı bir projede görevli ve son derece başarılı. Bay S.’nin patronunun yakın bir zamanda aldığı yeni bir ödenek, Bay S.’nin görevine devam etmesine olanak tanıyor, fakat projenin geniş çapta büyümesini gerektiriyor. Bu nedenle Bay S.’nin patronu laboratuara yeni elemanlar almış ve Bay S.’nin onları yetiştireceğini düşünüyor.

• İşe yeni giren elemanların çoğu, Bay S.’nin birlikte çalışılabilecek ve bir şeyler öğrenilebilecek biri olmadığını söyleyerek, 3 hafta içinde işten ayrılmışlar. Hiçbir biçimde rehberlik etmediğinden, düşmanca ve küstahça davrandığından şikayet etmişler.

• Üçüncü kişinin de işten ayrılmasının ardından patronu Bay S. ile görüştüğünde, Bay S. uysal ve şaşırmış bir görüntü sergilemiş. Elinden geleni yapmaya çalıştığını ve şikayetlerin nedenini anlayamadığını söylemiş. Görevindeki değişiklikten dolayı sıkıntı yaşadığını ve kendisinden beklenenin ne olduğunu tam olarak bilemediğini kabul etmiş.

• Patronu eskiden beri Bay S.’nin çalışmasının titizliğinden ve doğruluğundan memnun ve onu kaybetmek istemiyor, fakat Bay S.’nin başkalarıyla birlikte çalışmayı ve onlara bir şeyler öğretebilmeyi becerememesi durumunda projesinin tehlikeye düşeceğinin farkında. Bu nedenle Bay S.’ye yeni görevleri ile ilgili olarak profesyonel yardım alması gerektiği söylemiş ve böylece Bay S. değerlendirmeye gelmiş.
• ilk görüşmede Bay S. kendisini başkalarıyla ilişkiye zorlandığında hep sıkıntılı ve uyumsuz hisseden, yalnızlığı seven biri olarak tanımlıyor. Ailesinden her zaman ayrı yaşamış.

• Yetişme çağındaki yaşantısını anlatması istendiğinde Bay S.’nin hiçbir zaman yakın bir dostu olmadığı, takımlara seçilmediği, hiçbir okul etkinliğine katılmadığı ortaya çıkıyor. Bay S. bu gerçekleri yansız bir üslupla tanımlıyor ve bütün bunlardan mutsuz görünmüyor.

• Hiç kimseyle flört etmemiş, hiç cinsel deneyim yaşamamış ve başka birinden böyle bir talep geldiğinde de istek duymamış. Bilime olan ilgisi, 13. yaş gününde aldığı bir kimya setiyle başlamış. O günden sonra, ilk gençlik yıllarını uzun saatler boyunca tek başına deneyler yaparak geçirmiş. Boş zamanlarını bilgisayar oyunlarıyla geçiriyor.

[/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”İLGİLİ VİDEO”] Tab 2 content place [/fruitful_tab] [fruitful_tab title=”KAYNAKLAR”] Tab 3 content place [/fruitful_tab] [/fruitful_tabs]